Korktukları başlarına gelen gençlerin ürkünç öyküsü: It Follows!
* Sürpriz bozan bir yazıdır. Filmi görmeden okumanızı tavsiye etmiyorum.
Ölüm korkunun mayasıdır. Hikayesinde tek bir ölüm yaşanmayan, ölümden
kurtuluş mücadelesi verilmeyen, hatta ölümün hiç ima edilmediği kaç tane korku
filmi anımsıyorsunuz? Karakterlerin zerre kadar önem taşımayıp art arda
öldürüldüğü anlamsız örneklerinde bile asıl önemli olan biz seyircilerin kendi
ölüm korkumuzla yüzleşme deneyimimizden nasıl ayrıldığımızdır. Bir korku
filminde çok mu eğlendik? Herkes öldüğü ve sadece biz hayatta kaldığımız
içindir. Canavarları ve katilleri o karanlık salonda hapis bırakıp
çıkabildiğimiz içindir. Bizi takip edemezler.
Oysa
gerçekte ölüm sabırlıdır, koşarak kovalamaz, aptal değildir çünkü onu
kandıramazsınız. It Follows en az ilk Final Destination kadar basit ama yaratıcı
bir fikirle geliyor. Onun kadar gösterişli değil belki, ama ikisi kaçınılmaz
biçimde birbirine göbekten bağlı. İkisinde de korktuğu başına gelen gençler var. İkisi
de, tarih boyunca hep ölümden kaçan ve
bazen de kurtulmayı başaran korku filmi karakterleri için aslında hep ölümün ta
kendisi olagelmiş tehdidi mecazi bir kavramdan ibaret bırakmıyor. Ama diğerinin
aksine sadece şok sahnelerine yaslanmayan It Follows’u şu dört izlek üzerinden
takip etmek daha ilginç sonuçlar veriyor.
1)
Seks ve ölüm ilişkisi
Ölüm
cinsel ilişkiyle başkasına aktarılıyor diye hemen akla AIDS metaforu geliyor
değil mi? Öyleyse ‘başkasına aktarmak’ niçin bir çözüm olsun? Hugh’un, ilk baştaki
kişiye kadar ulaşana dek bu gizemli varlığın kıyım döngüsüne devam edeceğini
açıkladığı sahnede Jay’in çimenleri yolup bacağına dizdiği sahneye dikkat edin.
Döngü neredeyse sonsuz sayıda kişiyle bağlantılı olabilir, ya da 8 millik
banliyö muhabbetinde olduğu gibi belli bir grup içinde sürekli tekrarlanıyor da
olabilir. Banliyöden çıkış yok, yaşam da yok okumasını Amerikalılar daha iyi
yaparlar herhalde.
Döngü
hep tekrarlanıyor çünkü ölümden kurtulmak / kurtulmuş sanmak için seks
yapıyorlar. Rahatlama hep kısa sürmüş görünüyor. Sözde aktarım tamamlansa bile ‘ölüm’
aradaki piyonu yutup yine takip ediyor. Hugh ne demişti? “Ondan hızla uzaklaşıp
zaman kazanabilirsin ama aptal değildir.”
Aslında "temas" vurgusu bir süre sonra hikayede seks vurgusundan daha çok öne çıkıyor. "Sana dokunmasına asla izin verme!" diyor Hugh. Ölümü düşünme demek gibi bir şey.
2)
Ebeveynler
Sahi
ebeveynler nerede kuzum? İlk Elm Sokağı filminde de ebeveynler ortalıkta pek görünmezdi hatırlarsanız. Oradaki yoklukları
kabahatli oluşlarının işaretiydi. Burada, belki kasıtlı belki tesadüfi,
ebeveynlerin yaşlanma ve ölüm korkusuyla ilintisini vurgulamak için yoklar.
Aman annen duymasın, sakın annene söyleme gibi ergen kaygılı replikleri bolca
işitiyoruz ama hesap sorabilecek ebeveynler hastane odası sahnelerinde bile
yoklar. Göründükleri zaman da sadece ölüm suretinde görünüyorlar. “Bazen sevdiğin
insanların suretinde görünüyor, sanırım seni incitmek için,” diyor Hugh. Hayır,
yaşlanıp öleceğini hatırlatmak için.
Jay’in
okulda gördüğü varlık tanımadığı bir yaşlı kadının suretinde beliriyor. İlk
gördüğü ise Hugh’un annesi. Hugh’un kaçacakmış gibi yaparken el fenerini kadının suratına tutup duraklamasına dikkat edin. İlk etapta hep kaçtığı
varlığın suratını merak ediyormuş gibi görünüyor değil mi?
Jay’in
babasının ölmüş olduğunu da neredeyse filmin sonuna doğru damda belirdiğinde
anlıyoruz. Jenerikte adı sadece ‘çıplak yaşlı adam’ olarak geçse de, bu görüntü
Jay’in babasının fotoğrafının göründüğü sahneye çok yakın bir zaman diliminde
karşımıza çıkıyor. Jay’in önce şaşırması, sonra da korkuyla karışık ağlaması
boşuna olmasa gerek.
Daha
kritik bir sahnede, Jay uyurken sırtının annesi tarafından okşandığını
görüyoruz, ama sadece elini. Bu sahne özellikle ürkütücü hale getirilmiş. Yaşlı
bir kadın eli görüyoruz sadece. Takip eden varlığın dokunduğunu sanalım
istiyorlar.
Greg
de kapıyı ısrarla çalan ölümü “ne var anne?” diyerek karşılıyor, üstelik kapıyı
açtıktan sonra. Evde gerçekten bir anne varsa, Jay’in çıkardığı onca gürültü
patırtıya rağmen niçin ortaya çıkmıyor?
3)
Suretler
Ölümün
büründüğü insan suretlerinin bazen çıplak olmasının sebebi ilk bakışta
cinsellikle alakalı gibi görünüyor. Oysa cansız insan bedeni bir aşamada öyle
ya da böyle çırılçıplak kalır. Mutfakta beliren varlığın altına işeyerek
yaklaşması sırf iğrenme duygumuzu gıdıklamak için olmasa gerek. Jay fen bilgisi dersinde korkunç
hikayeler anlatmayı seven bir arkadaşından insanların öldüklerinde altlarına
kaçırdıklarını mutlaka duymuştur da ondandır.
Suretlerden
biri çocuk. Muhtemelen Jay’i sürekli dikizleyen komşu çocuklarına dair bir
korkunun tezahürü. Ya da ‘çocuklar bile ölümden kurtulamaz’ın yansıması. Her
nedense bu kapıdaki delik sahnesi, Hugh’un ilk başlardaki ‘şu çocuğun yerinde
olmak isterdim, önünde koca bir ömür var,” söylemiyle neredeyse kusursuzca
örtüşüyor. Hugh, cinselliği henüz tanımadığı günlere mi yoksa ölüm korkusunu bilmediği günlere mi özlem duyuyor acaba? Muhtemelen ikisi birden.
Kesinlikle ölmüş olan kişilerin suretleri diyemeyişimizin önünde tek bir engel var, o da Greg’in tepesine çöreklenmeye hazırlanan varlığın da Greg suretinde görünmesi. Jay onu tanıyıp sesleniyor ama işin aslını ancak cama taş atıldıktan sonra anlıyor. Jay'in nezdinde Greg çoktan ölmüş varsayıldığı için olmasın?
4) Yalıtılmışlık
Filme
AIDS okumasıyla yaklaşanlar meselenin sadece mikrobiyolojik kısmında kaldıkları
için Jay'in niçin kendisini
yalıtma gereği duyduğuna pek kafa yormuyorlar. Oysa illa ki bir AIDS okuması
yapacaksanız bu yalıtılmışlık duygusunu yabana götürmemeniz gerekir. Jay’in paniğe
kapıldığı her seferinde kendini ormanlık alanlara atması, yalnız kalması neyin
göstergesi? Seri katil filmlerinde caniden kaçmak yerine evin içinde dolaşan
aptal karakterlere gönderme olsun diye değil. En basit mantığıyla söylersek, ortam ne kadar
tenhaysa ısrarla yaklaşan bir varlığı farketmek daha kolaydır. Bu hikayenin
diliyle söylersek, yalnız kalınca ölüm daha belirgin hale gelir.
Ölümle
mücadele taktiği olarak gençlerin bir dayanışmaya girişmesi de bu sebeple
boşuna değil. Kendi hayatları yokmuş gibi hepsi Jay’in etrafında toplanıp bir
koruma çemberi oluşturuyorlar çünkü ne kadar kalabalıksak o kadar ölmeyecekmiş
gibiyizdir.
Filmin
kapanış sahnesinde Jay ile Paul el ele tutuşarak yürürler. Çift, ölümü biraz
olsun savuşturmuş gibidir. Ölüm arkadan usulca yürüyen bir gölge gibidir artık,
ondan birlikte kaçmak daha kolay gelir ama yine de kaçınılmazdır. En azından ölümü
tek başına beklemenin katlanılmazlığını kırar. Jay ve Paul bu savaşın bizim
göremediğimiz ilerleyen günlerinde bir de çocuk yaparak ölümü savuşturmayı
deneyecekler. Muhtemelen.
5)
Elektronik müzik
Rich
Vreeland (jenerikteki adıyla Disasterpeace) imzalı elektronik müzik çalışması korku
sinemasının temel taşları üzerinde gezinen bir film için anlamlı bir tercih.
Tıpkı Carpenter filmlerindeki synthsizer gibi bu müziğin de kendi dili var. O
devasa havuz binası perdede göründüğünde notalarla ilan ediyor: “Burada çok
önemli bir şey olacak!” Seyirciyle uzlaşmaya, hatta müzik yordamıyla seyircisini
abes biçimde rahatlatmaya çalışan çağdaş korku sinemasında eksikliğini çokça
hissettiğimiz, sinemalarda işitmeyi özlediğimiz türden bir müzik. Korku sinemasına
niçin senfonik müzikten daha fazla yakıştığını da Norveçli bilimadamları
açıklasın artık.
* Peşimdeki Şeytan / It Follows 8 Mayıs'ta gösterime giriyor.