Korku Cevherleri #10 - Yaşayan Ölülerin Gecesi / Night of the Living Dead (1990)



“Seni yakalamaya geliyorlar Barbara.” 


Johnny’nin kızkardeşini korkutmak için Cadılar Bayramı kahkahasıyla destekleyerek tekrarladığı bu replik, arabalı açık hava sinemaları geleneğinden gelen bir korku eğlencesinin tüm ruhunu özetliyor aslında. Johnny ve Barbara annelerinin mezarını ziyarete geldiklerinde sarsak hareket eden, berbat görünümlü birtakım yaratıkların saldırısına gerçekten uğruyorlar. Johnny’nin akıbeti feci oluyor. Barbara ise olabilecek en şık çığlık kraliçesi haykırışlarını savura savura en yakındaki eve sığınıyor. Tüm bunlar henüz ilk 10 dakikada gerçekleşiyor. Mevzuya göbeğinden dalan korku filmleri gibisi yoktur, boşuna dememişler.
Buraya kadar her şey George Romero’nun orijinal filminin akışına uygun. Senaryoda yine Romero imzası var. Ancak Romero, hem yeniden çevrimin kuralları gereği hem de kendi zombi üçlemesi artık epey geride kaldığından klasik malzemesini bazı dokunuşlarla çeşnilendirmiş. Örneğin isteri krizi geçirip donuk bakışlarla kalakalmak yerine bu kez Barbara’nın kolay lokma olmaya niyeti yok. Elinde tüfekle bir zombiyi hakladıktan sonra attığı savaş naraları ve sert duruşuyla sonradan ilk Resident Evil oyunundaki Rebecca karakterine ilham bile vermişti. Meğerse bu, 1968 tarihli filmden beri Romero’nun kafasındaki Barbara imiş. 

Yönetmenliği plastik makyaj ustası Tom Savini’ye devretmesine ve 90’lı yılların çekincesizliğine rağmen, bu yeniden çevrim, ilginçtir ki seleflerinden çok daha az kanlı. Bu yüzden Savini aşırılığı bekleyenler biraz hayal kırıklığına uğrayabilir. Buna karşın orijinal filmden daha hızlı tempolu. Şöyle de tercüme edilebilir: Atmosferi eskisi kadar yoğun değil, daha çok hareket ve daha çok mizah unsuru var. 


Mezarlıktaki takım elbiseli ölü fikri Savini'ye ait. Finaldeki zombi ağacı ise dönemin ırkçılık karşıtı eylemleri nedeniyle ilk filmde kullanılamayan fikirlerden biri. Ama çok daha ilginç bir şey var ki, o da Romero’nun yıllar sonra Ölüler Ülkesi'nde uygulayacağı bazı fikirlerin (örneğin şiddet oyuncağı haline gelen ölüler) ilk tohumlarının buradaki finalde atılması. Evrime meyilli zombi imaları da yerli yerinde. Sürekli zombi dediğime bakmayın. Savini, adı konmamış bir geleneğe uyuyor ve filminde asla “zombi” kelimesi geçmiyor.


Filmin makyaj ve plastik efektlerini üstlenen John Vulich ile Everett Burrell, Savini’nin önceki işlerini aratmıyorlar. Burrell 2005 yılında yayınlanan DVD'deki söyleşisinde çalışma yöntemlerini şöyle özetliyordu: “Yapılagelmiş en özgün yaşayan cesetleri yaratmak için adli tıp kitaplarını aylarca araştırdık. Filmlerde genellikle tasvirlenenin aksine ölülerin grileşmediğini, sarardığını öğrendik. Bu yüzden ölülerin derisini sarı bir tabakayla kapladık.”



Aynı söyleşide Vulich ise buradaki zombilerin şimdiye kadarkilerin en korkuncu olduğundan emin görünüyor. “Zombiler gerçek insanlara benzerlerse daha korkunç olurlar diye düşündük. Bu gerçekçi görünümü desteklemek için de arabaların çarptığı ya da ezdiği bazı kritik zombi sahnelerinde mekanik aksamlı kuklalardan faydalandık. Böylece diğer talaş doldurulmuş kuklaların aksine bez bebek gibi savrulmuyorlar." 

Zombilerin korkunçluğunu büyük bir ciddiyetle tartıştıkları ve önemsedikleri o günlerde bu korku ikonlarının eğlence sektöründe bir gün patlamış mısır muamelesi göreceğini bilselerdi, acaba ne düşünürlerdi. Elbette ki her sene onlarcası yapılan zombili video oyunlarını kastediyorum. Ne var ki oyunlar gına getirse de, zombi filmleri hiç eskimez. Hatta kaşar peynir gibi eskisi daha makbuldür. 

Hımm, galiba kaşar peyniri benzetmesi sarı zombilerin bulunduğu bir film için pek de hoş olmadı.

Popüler Yayınlar