AYLIK JETON #1


Her ay kapanış jeneriğine ulaşmayı başardığım oyunlardan bahsediyorum.

1) TRINE 3: ARTIFACTS OF POWER

Frozenbyte üçüncü kez gözü ve ruhu şenlendirdi. Trine’ın her köşesinde o kadar çok kafa patlatmışlık, kılı kırk yarmışlık ve göz nuru var ki turuncu kürecikleri toplaya toplaya bölümleri bitirdikçe tüm bu titizliği hoyratça tükettiğiniz için neredeyse suçluluk duygusuna kapılıyorsunuz. Trine serisinde bulmacalar oyuncuyu hiçbir zaman sıkmaz, düşman zorluğu usandırmazdı. Burada görsel unsurlar geliştirilirken oynanış daha da sadeleştirilmiş. Örneğin, büyücünün bu kez sadece iki marifeti var, telekinesis ve metal küp üretme. Küplerin sayısı bile bire indirgenmiş. Ayrıca bu kez büyü yapmak için ilk oyundaki gibi analog çubuklarıyla boğuşmaya gerek yok, üçgene basmak yeterli.


Turuncu kürecikleri toplamak elzem, çünkü diğer bölümler bazıları gizlenmiş bu kürecikleri topladıkça açılıyor. Oyunun ömrünü uzatan şey de bu gizli kürecikleri aramak. Tüm küreleri bulamazsanız sorun değil, menüde hangi küreden kaç tane ve nerede eksik kaldığı belirtiliyor. Dilerseniz sadece oraya dönüp arayabilirsiniz. Tüm bölümü baştan sona oynayıp bitirmenize bile gerek yok. Platinum kupayı edinmek kolay, bittiği için üzüldüğüm oyunlar listesine ekledim. Aslında oyunun sonu öyle açık bırakılmış ki devamının geleceği belli. Yine de böyle açık bırakılmaz, sanki oyunu bitirmeden piyasaya sürmüşler gibi görünüyor. 4/5

2) TALES FROM BORDERLANDS

Telltale maceralarını ve Borderlands’i sevsem de bu halkaya uzun süre önyargılı yaklaşmış, Borderlands’in aksiyon dolu üşütük dünyasına Telltale’in laf kalabalığıyla dolu yaklaşımının zorlama durduğunu, böyle bir yorumu umursamadığımı düşünmüştüm. Biraz fazla uzak durmuş olmalıyım ki beş bölümün hepsi yayınlanıp bitti bile. Böylesi daha iyi oldu belki çünkü oyun Playstation mağazasında ciddi bir indirime girdiğinde çeşitli yayınlardaki yıl sonu seçkilerinin ‘Bu Yıl Oynamadığınız En İyi Oyunlar’ listelerinde gözükmeye başlamıştı. Eh, bu kadar ucuzlamışken denemekten zarar gelmezdi.



Yaklaşık 12 saatin sonunda niçin daha önce oynamamışım diye kendime kızdım. TFB sahiden de Telltale’in en iyisi. Deli dolu, matrak, sürprizi hiç bitmiyor ve fazlasıyla üşütük. Yıl boyunca izlediğim çoğu komediden daha komik. Yeri geldiğinde bir Verhoeven bilimkurgusu kadar kanlı ve irkiltici. Kaiju’lara (Japon dev canavar filmleri) öykünen son bölüm yerinizde kahkahalar atarak tepineceğiniz kadar epik. Hatta sırf son bölümü için bile oynanmalı. Borderlands'e daha önce hiç elinizi sürmemiş olsanız bile sever misiniz? Eh, Jack esprilerinin çoğu havaya gider, sürpriz konuk karakterler de bir şey ifade etmez ama bir şekilde eğlenirsiniz. 4/5

3) DIVINITY: ORIGINAL SIN

Birkaç yıl önce PC'de oynayıp da ballandıra ballandıra anlatanları nasıl da kıskanmıştım. Yaygaranın sebebini bizzat deneyimlemek iyi oldu. Divinity 100 saatten fazla oynanış süresi vaat ediyor ama sebebi dört tane devasa harita içermesi değil. Her köşesini neredeyse müneccim olmanızı gerektiren bulmacalarla doldurması. Her adım başında kilitli bir kapı var. Belli bir görevi tamamlamak için nereye gitmeniz, ne yapmanız gerektiğini çok nadiren söylüyor. Diyelim ki gideceğiniz yeri kırk yılda bir de olsa haritada gösterdi. Oraya varabileceğiniz bile şüpheli, haritadaki yol ayrımı açık gözüküyor ama gidemiyorsunuz. Yol ya gizlenmiş oluyor ya da başka bir bulmacayla kapalı.



Diablo tarzı eğlenceli oynanışı sayesinde usanmadım ama bir oyunu baştan sona YouTube çözümlerine bakarak, çevrimiçi kılavuzları okuyarak adım adım bitirmek hoş değil. Güya tüm çözümler diyaloglarda veya kitaplarda saklıymış da sadece çok dikkat etmek gerekiyormuş. Sıradan bir konuşma bile iki kitap sayfasına denk düşüyor bu arada. O kadar vaktim ve sabrım yok, üzgünüm. Laf kalabalığı da dünyanın en cazip şeyi değil zaten. Oyunun neredeyse sıfır yükleme süresi sayesinde de bıkmamak mümkün. Haritanın bir ucundan diğer ucuna birkaç saniye içinde ışınlanabiliyorsunuz mesela. Oyun süresini yapay biçimde uzatmak için anlamsızca muğlak hale getirilmiş bulmacaları haricinde eğlendim. Yine de 50 küsür saatlik maratondan sonra Divinity’e bir daha geri dönmek istemem. Mükemmel seslendirmelerine, müziğine ve esprilerine rağmen... 4/5

4) THE DEADLY TOWER OF MONSTERS

B filmlerine, Mystery Science Theatre geleneğine ve 1950’lerin bilim kurgularına saygı duruşunda bulunup biraz da onlarla gırgırını geçen bir sürpriz. Sürpriz çünkü yapımına dair en küçük bir haber verilmeksizin bir anda ortaya çıkıverdi. Oyunun tamamı hayali yönetmen Dan Smith’in sesli yorumu eşliğinde akıyor. Yorumların bazıları hakikaten matrak:

“Lens kamaşması diye bir şey icat etmişler şimdi. (J.J. Abrams’a laf sokuyor) Sırada ne var acaba, lense yapışmış sinek mi?”

Bunun hemen akabinde lenste parmak izlerinin gözüktüğü bir sahne var.


Yalnız yönetmenin ‘homage’ ve ‘intellectual’ gibi kelimeleri telaffuz ederken fazla zorlandığına dair espriler B filmi yönetmenlerini epey küçük düşürmüş ki o kadarına gerek yokmuş. B filmi yönetmenleri biraz beyinsiz oldukları için o filmleri çekmiş değiller ne de olsa. Bunun saygı duruşuyla örtüştüğü söylenemez.

Stop-mo dinozorlar, peluş goriller, kilerdeki ıvır zıvırdan imal edilmiş robotlar... Oyunda A kategorisi yapımların çoğundan daha fazla düşman tipi var. Menüdeki ses ve görüntü ayarlarında DVD / VHS seçeneği bile düşünülmüş. VHS öneriliyor. Sesteki cızırtı ve dalgalanmalar bir süre sonra kulak tırmaladığı için DVD’ye geçtim.

Bunaltmadan tam zamanında bitiyor. Biraz YouTube desteğiyle hayli kolay bir platinum kupası daha. Demoyu beğenince hemen alıp indirmiştim ama ucuzlamasını beklemenizi öneririm. 3/5

BİTEMEYENLER:

Bir de sabrım yetmediği için bitiremediğim felaketler var. Mesela Zombie Vikings. Muhteşem komik ve yaratıcı Stick it to the Man'in yapımcıları bu kez bir Castle Crashers versiyonu denemiş ama sonuç pek parlak değil. Karakterlerin hepsi çok yavaş, düşman tipi hep aynı, her birini alt edebilmek için tek bir tuşa neredeyse sonsuz kere basmak gerekiyor. Bir türlü ölemeyen himinileri şıp diye ölüveren karakterlerle yenmeye çalışmaktan insanda gülecek hal kalmıyor. Komik bir şey varsa tabii.

Bir de Just Cause 3. Şu kadarını söyleyeyim; hikayenin dördüncü görevine geldiğimde kendimi en yüksek dağın tepesinden paraşütsüz atmak veya bir benzin istasyonuna kamyonla dalıp kendimi havaya uçurmak istiyordum, o kadar bıktım. Yükleme süreleri en son yamaya rağmen korkunçtu! Yüzünü şeytan görsün. Serinin ikincisi bile bundan çok daha iyi.

Popüler Yayınlar