Yalnızlık Yangını Her Yeri Saracak
Firewatch sıradan bir video oyunu değil. Belki oyun bile değil dememeli çünkü oyun oynarken bir yazılımla kurduğumuz etkileşimi yeniden tanımlıyor. Onu sadece fiziksel bir etkileşime indirgemiyor, duygusal etkileşimi öne çıkarıyor. Bunu deneyen ilk oyun da değil. Lakin böylesi bir çılgın deneye kalkışacak Campo Santo gibi oyun geliştiricilerinin sayısı çok az. O yüzden nadide bir cevher gibi.
Firewatch’da ölmek yok mesela, ölüp de başa dönmeler, ölmemek için kumanda paralamalar, şekilden şekile girmeler de yok.
Oynadığımız karakter Henry, 40’lı yaşlarında, tombul parmaklı, hafif göbekli, sakallı gayet sıradan bir adam, ölümün kaçınılmazlığını ensesinde başka türlü hissediyor. Eşi de aynı yaşlarda Alzheimer’a yakalanmış. Henry ona iyi bakamayınca kadının ailesi ülkelerinden gelip kızlarını apar topar yanlarında götürmüşler. Henry de doğayla iç içe olmayı hep sevdiğinden, her şeyden uzaklaşıp yalnızlığıyla barışmak için bir ormanda yangın gözetleme işine başlıyor. Kendi gözetleme kulesinde mutlu. Eskiden sadece belli zamanlarda yapabildiği trekking turlarını her gün yapıyor. Belki şu fazla kilolarını da verir.
Eğer böyle bir oyunda çıkan yangınları söndürmek için zamanla yarışmanız gerekeceğini sanıyorsanız, su stoğunuz bittikçe ekranı kocaman kırmızı harflerle bir ‘MISSION FAILED’ yazısının kaplamasını bekliyorsanız yine yanılıyorsunuz. Bunların hiçbiri olmuyor çünkü oyunda bir tehdit veya korku duygusu da yok. Gizem var.
İlk gizem, haritanın epey uzak noktasındaki diğer kulede bulunan ve Henry’nin yalnızlık çekmemesi için onunla her gün telsizden konuşan amirinin gerçekte nasıl bir kadın olduğu. Dilerseniz, hikaye akışını etkilemeyen diyaloglar haricinde bu kadınla hiç konuşmayabilirsiniz. Bana nedense Sis filmindeki (Adrienne Barbeau’nun canlandırdığı) Stevie Wayne'i anımsatan Delilah ile konuşmayı yeğledim ben. Delilah’nın kulesi haritanın erişilebilecek bir noktasında. Peki Henry telsiz muhabbetleriyle geçen 90 günün sonunda o kuleye ulaşabilecek mi, çok şey paylaştığı Delilah ile yüz yüze tanışabilecek mi? Bu da başka bir gizem.
Asıl büyük gizem daha ilk günden kendini gösteriyor. Henry’nin ilk günkü görevi, göl civarında havai fişek patlatan densiz bir grup ziyaretçiye ulaşıp onları ‘profesyonel’ biçimde uyarmak. Diyalog seçeneklerinde ben biraz fazla heyecanlı davrandım: “Onlara ceza kesebilir miyim?” Delilah güldü.
Bu ziyaretçilere ulaşma faslı oyuncunun yön bulma, harita ve pusula kullanma becerilerini geliştiren küçük bir oyun içinde oyun fırsatı sunuyor. Firewatch’un tamamında bir yerden bir yere ulaşmak çözülmesi gereken birer bulmaca gibi ve asla usandırmıyor. Manzara çok güzel, orman hiç de foto gerçekçi değil ama atmosfer fevkalade kurulmuş. Koşma seçeneği olsa da, hikayenin biraz telaş gerektirdiği birkaç bölüm hariç koşma gereği duymadım. Kuş cıvıltılarını, hayvan gurultularını dinledim. Bazen bu gurultular ayı sesine benzese bile paniklemedim. Hem de Delilah’nın ‘ayı seni yiyecek, oh kafamı dinlerim’ esprilerine rağmen... Delilah böyle bir espri yapıyor çünkü otu boku bahane edip her şeyi ona bildiriyorum.
“Delilah, az önce yüksek bir yerden atladım,”
“Bir yerini kırmadın di mi?”
“Yoo,”
“Eh, tamam.”
“Delilah, hanım iç çamaşırı buldum.”
“12 yaşında mısın sen, sütyen desene şuna.”
“Sü..diyemiyorum ki.”
“Bu durumla başa çıkabilecek misin?”
“Delilah, burada yere düşmüş kozalaklar var.”
“.....ııı...pe-ki”
Yalnızlık biriyle konuşma isteğini bastıramamaktır. Kendini hayattan yalıtmaya adadığını iddia eden birisi için bile böyle. Hiç kimseyi umursamadığını iddia eden, insanlara küsmüş birisi için bile böyle. İletişimin hiçbir halta yaramadığını düşünen bir sosyopat için bile karşı konulmaz bir dürtü belki de. Delilah acaba hangisi? Henry hangisi?
Diyalog seçenekleri, etkileşimli öykü formatını benimsemiş benzer oyunların çoğunun aksine hikaye akışını çok fazla etkilemiyor. Ama Campo Santo’nun yaptığı çok ilginç şeyler var. Hele bir tanesine değinmeden edemeyeceğim çünkü benzerine daha önce hiçbir oyunda rastlamadım.
Göldeki havai fişek çılgınlarına bir şekilde ulaşıp da mevzuyu sonuca bağladığımda geride bir müzik seti kalmıştı. 80’lerin korkunç pop şarkılarından biri bangır bangır çalıyordu. (Hikaye de 80'lerde geçiyor.) Aslında o kadar korkunç bir şarkı değil. Teybi aldım ama seçeneklerde kapatmak yok. Bu arada Delilah birşeyler söylüyor, ama müzik yüzünden ona doğru dürüstü odaklanamıyorum. Ööf diyip teybi göle fırlattım. Yere de bırakabilirdim. Göle fırlatınca müzik kesildi, oh dünya varmış! Bundan Delilah’a hiç bahsetmedim, fırsat olmadı, o da ‘o müzik sesi nedir?’ diye sormadı.
Üstünden birkaç gün geçti. Gölden kovaladığım gençlerin çadırını başka bir yerde saldırıya uğramış halde buldum. (Gizem tırmanıyor bu arada) Eşyalar her yere saçılmış, çadır parçalanmış. İlk baştan beri pek de iyi anlaşamadığım gençler bıraktıkları öfkeli notta Henry’i polise şikayet etmekle tehdit ediyorlar. Onlara göre bu saldırıyı yapan, birkaç gün önce onları ‘gölde dikizleyen sapık bekçi’ ile aynı kişi. Delilah’a hemen anlatıyorum.
“Neden böyle bir şey demişler? Onlara bir şey mi yaptın?” diye soruyor Delilah.
Henry’nin verebileceği yanıtlar arasında “Teybi göle fırlattım” belirdi, müthiş!
“Böyle bir şeyi niye yaptın? Sırf zarar vermek için mi?” Delilah biraz sinirli biraz da şaşkın.
“Valla değil, kapatamayınca ne yapacağımı bilemedim,” Bu da Henry’nin yanıtlarından biri. Adeta ruhumu okumuş. Campo Santo'nun oyuncu psikolojisini çok iyi analiz ettiğinin müthiş göstergelerinden biri bu an.
Oyunda buna benzer oyuncu seçimine bağlı olarak değişen bir ayrıntı daha var. Sürprizi bozmak istemem. Sadece Delilah bir gün ‘bana kendini tarif etsene’ dediğinde, Henry’i nasıl tarif ettiğinize dikkat edin demekle yetineceğim.
Bu yalıtılmışlık ortamında insan sayısı arttıkça hemen tehdit ve endişe de doğuyor. Firewatch daki yegane tehdit duygusu bölüm sonu canavarlarıyla, karanlık mağaralarla, hışırdayan otlarla değil, yabancıların, yabancı birinin ima edilen varlığıyla sağlanıyor. Henry belki buna da aldırmayarak günü kurtarabilir. Ama umursuyor. Fanusunu tıkırdatan bir kendini bilmezin ne yapmaya çalıştığını araştırmaya başlıyor. Kurcaladıkça fanus daha da çatırdıyor, boss'lara değil ama yalnızlığını bozan bir nemesise rastlıyor. Yalnızlığı bozulduğu için kızan bir nemesis, başka bir yangının külü. Külü eşelemek Delilah ile arasındaki güven ilişkisini de sarsıyor.
Ben çok film izledim diye daha da abartıyorum. “Belki sen bile gerçek değilsin Delilah, belki de deliriyorum, bunların hiçbiri gerçek değil.”
Galiba bu seçeneği hiç seçmemeliydim, Delilah bundan sonra asla eskisi gibi olmuyor. “Henry...” deyişindeki kırgınlık 4. duvarı tuz buz edecek kadar güçlü.
Not defteri:
* Playstation Store'dan indirerek PS4 sisteminde oynadım.
* Dosya büyüklüğü 6 GB
* Hikayeyi 3 saatte bitirdim, haritada görmediğim birçok yer kalmıştı.
* Özellikle otomatik kayıt sırasında oyunda takılmalar ve yavaşlamalar oluyor, bir yama dosyasına ihtiyacı var.
Kendisini her şeyden soyutlamış, kendince küçük cennetini yaratmış birinin dünyasında bile cehennem alevleri yanabilir. Önce ufukta küçükten başlar, dumanını seyredersin, ona isim takarsın, nasıl olsa birisi ilgilenir. Henry’nin yaptığı da en başından beri bu, yani sorumluluktan kaçmak. Henry bu huzur ortamını eşeledikçe yangın daha da büyüyor. Daha naif yönden bakarsanız, Delilah ile aralarında duygusal bağ güçlendikçe büyüyor belki. Kırılgan noktayı geçtikten sonra da her yeri duman bürüyor. Haritanın bir yerinden bir yerine ulaşmak güçleşiyor. İlişkilerde bir şeyi yüzünüze gözünüze bulaştırdığınızda önünüzü görememeniz gibi. Defalarca atılan adımların bu kez seni hiçbir yere ulaştıramaması gibi. Hayal kırıklığının herhangi bir şeyi onarmasının imkansızlığı gibi.
Jenerik akarken 90 gün boyunca çektiğim fotoğraflar da akıyor, bazısı güzel, bazısı aşırı lüzumsuz. Fotoğraf makinesini ilk bulduğum gün Henry’nin suratında patlayan flaş onu daha şaşkın, daha sevimli göstermiş. Onu görebildiğim az sayıdaki anlardan biri.
Jenerik akarken 90 gün boyunca çektiğim fotoğraflar da akıyor, bazısı güzel, bazısı aşırı lüzumsuz. Fotoğraf makinesini ilk bulduğum gün Henry’nin suratında patlayan flaş onu daha şaşkın, daha sevimli göstermiş. Onu görebildiğim az sayıdaki anlardan biri.
Henry'i tanıdıkça kendimi de biraz daha iyi tanıdım, kendi hayatımda uzaktan seyrettiğim yangınları başka bir gözle gördüm, bir sese bir kokuya bir bakışa dünyaları yaktığım eski yangınları anımsadım, küllerimi eşeledim, dumanımı dağıttım, genzimi gıdıklattım. Biraz da bunlar yüzünden Henry’i daha şimdiden bir dost kadar merak ediyorum. Acaba şimdi nerededir, mutlu mudur, yalnızlık yangınlarını başlamadan söndürebiliyor mudur?
Not defteri:
* Playstation Store'dan indirerek PS4 sisteminde oynadım.
* Dosya büyüklüğü 6 GB
* Hikayeyi 3 saatte bitirdim, haritada görmediğim birçok yer kalmıştı.
* Özellikle otomatik kayıt sırasında oyunda takılmalar ve yavaşlamalar oluyor, bir yama dosyasına ihtiyacı var.