#izbırakanfilmler



Ray Bradbury’nin Illustrated Man’deki kahramanının festivallerde 60 film izlemeden rahat edemeyen bir sinefil olduğunu, beğendiği her filmi dövme yaptırmaya kalkıştığı için hayatının karardığını herkes bilmez. Her film dövme yapılmamalı zaten, hırsızı var, mafyası var, tecavüzcüsü, seri katili, manyağı var. Dünyanın en kötü dövmelerinin yapıldığı bir ülkede dövmelilerle tanıtım filmi çekmeye kalkmak tam bir gözüpeklik örneği. Kim bilir ne kadar mesai ve emek harcandı o filme. 

-          Eee-meeek biii-ziiiim İstanbul biii-ziiim
-          Artsyfartsy torrente düşmüş.
-          Eee-meeee.... hadi ya, altyazı var mıymış?

Torrentcisini de şenlikçisini de aynı etkinlikte aynı salonda buluşturabilen kaç festival kaldı zaten ülkede. Salon da kalmadı. Biz festivali o kadar seviyoruz ki bir bowling pistinin alt katında depo niyetine kullanılan kısmında da film izleriz. Küçücük laptop ekranlarında streaming yöntemiyle film izlerken har har gülen, homurdanan, kendi kendine söylenen konuklarla aynı ortamda çalışmak herkese nasip olmaz. Festivalde herkes sevinçten adeta çocukluğuna, beş yaşındayken sinemada konuşmadan film izleyemediği günlerine döner. Güzel günlerdir, tam akreditedir yarım akreditedir, akreditem yok ama biraz burada durabilir miyimdir, parası neyse veririz izlerizdir. İyisiyle kötüsüyle festivalde her film iz bırakır, her film bir ‘en’ dir.


En Mantıklı Absürd – Fısıldayan Yıldız

Mars’a gidebilecek teknolojimiz var ama evde hala ısıtılan bir demir parçasıyla giysi ütülüyoruz. Akıllı telefonlar sesimizi ve kelimeleri tanıyıp yol tarifi yapıyor, restoran öneriyor ama internet bağlantılarımız kotalı. Kol hareketiyle şarj edilebilen saatler var ama enerji sıkıntısında aklımıza gelen tek çözüm nükleer santral. Dolayısıyla Fısıldayan Yıldız’daki uzay gemisinde çalı süpürgesiyle temizlik yapılması, merdaneli çamaşır makinesi ya da kettle kullanılması hiç saçma gelmedi. Herkes fısıltıyla konuşuyor çünkü senin de tepende atom bombası patlarsa sen de öyle konuşursun şapşal! Ayrıca dünya çok gürültülü, üstelik üç dakika konuşmayınca ölünmeyeceği İsveçli bilim insanlarınca ispatlanmıştır. Gezegenler arasında çalışan kargo şirketi ve paketi 120 yıl sonra alınca sevinen insanlar da amazon dot kom metaforuydu tamam mı? 


En Komik Film – Tekir

Kedilerin doğuştan komik olmalarıyla alakası yok. Filmin şok edici tek sahnesi aslında o kadar da şaşırtıcı değil. Düşünsenize, kedinin teki yalnız kaldıkça etrafta sinsice dolaşıyor.  Hayatın anlamını sorgulamıyorsa kesin bir dolap çeviriyordur. Eve yılan ve fare ölüleri de taşıyor, iblis! Modern dans figürleriyle doğaçlama ve kreatif koli kesenleri bir köşeden izleyip kıs kıs gülüyor. Bu doğrultuda Andreas’ın (Stefan da olabilir) tehlikeyi erkenden fark edip şeytanın boynunu çat diye kırıvermesi son derece mantıklı. Bu kedi ileride onları da öldürüp patisiyle itekleyebilirdi. Kedi ölünce sahibini yermiş! Ay yoksa kedinin adının Musa olması bir anti-semitizm metaforu mu? Metafordan tiksindirdiniz yeminlen! Filmi koli ve pipi görme umuduyla tıklım tıklım dolu bir salonda görme fırsatı yakalayamadım. Stefan’ın (Andreas da olabilir) başka bir kediyi okşayan sevgisilini görünce kendini yatak odasına attığı ve ‘seninle uyuyamıyorum artık’ diye hönkür hönkür ağladığı sahnede gülmekten altınıza işemişsinizdir inşalla!



En Haneke Parodisi – Tekir

Bu da var tabii.

En Zırdeli Uyarlama – Kosmos

Üşütük filmler eğlencelidir, bir de tımarhanelik filmler vardır ama onlar hiç çekilmez. Böyle filmlerin niye çekildiğini bir tek yaratıcıları bilir. Keşke yönetmeni sağ olsaydı, soru-cevap bölümünde ona sevdiği rengi, yemeği falan sorsaydık, havadan sudan konuşsaydık. Çıkışta başrol oyuncusunu fuayede on karış suratla soru-cevap oturumunu beklerken gördüm, üzüldüm, gül gibi çocuğun hayatı kararmış. Bakın festivalde magazinli şeyler de oluyor. Sonradan çok merak ettim, çocuğa neler sordular kim bilir, kim bilir ne şırlamışlardır: “Filmi anlamadım, anlatsana be! O kadar bilet parası verdik!”



En Jack London şeysi – Vahşi

Vahşetin Çağrısı’nı ters yüz eden bu filmin acayip bir cazibesi vardı. Alelade bir ofis çalışanı patronunun ‘kahve getir’ çağrılarından bezip  ‘doğa beni çağırıyor’ mealinde hallenmeye başlıyor. Doğaya gidemiyorum bari doğa ayağıma gelsin diyor, ormandan kurt çalıp dairesine kapatıyor. Lüks site reklamı gibi değil mi? Favori iki sahnem var. Biri kurtun Wolverine'e dönüşüp duvarı yıktığı bölüm. Diğeri de James Blake’in Retrograde parçasının süslediği yarı-düşsel orgazmik sahne. Zaten o şarkıyı nereye koysan yakışıyor. Yalnız eskiden bu Alman filmlerinde gani gani müzik kullanılırdı. Atmosferi bu kadar güçlü bir filmde Terranova’nın müziğini niye gıdım gıdım kullanmışlar hiç anlamadım. Ah ah, nerde o Lola Rent’ler, Die Tödliche Maria’lar, Stille Nacht’lar. Dur bari kapanış jeneriğinin sonuna kadar kalayım, müzik güzelmiş. 



En Güçlü Buhran Belirtisi – Semptom

Diyalogsuz ilk on beş dakika aynı atmosferi korusaydı ‘ay n’oluyo be, korkutmasana insanı’ ruh haliyle sonuna kadar izlenebilir, yılın en iyi alternatif korku filmi olabilirdi ama ne gezer! Sinemada bilinç akışı tekniğiyle köy enstalasyonu sahnelemenin bizim idrak edemeyeceğimiz daha yüce amaçları olsa gerek. Lakin ne kadar enstalasyonlu bir insan olsan da yemek masasında geyik muhabbetine hiç kimse karşı koyamıyor. Sembolizm de bir yere kadar sonuçta. Halbuki böyle numaralara hiç gerek yok, Zeki’ye bakın, Nuri’ye bakın azıcık, hiç simgesel imgelere girmeden dırdırlı filmler çekiyorlar. Komşuyu çok eleştiremiyoruz, bunalımdalar, ne yapsalar yeridir. 



En Pis Bok – Vahşi
Salo’dan beri ortalık yere sıçmak bizi sarsmıyor, daha güçlü imgeler lazım bize. Öğle tatilinde plazanın damına çıkıp toplu halde ayfon sıçan ofis çalışanları gibi fikirler bekliyoruz. Sıçmazsan sanat olmaz!

En Yaratıcı Film – Yılanın Kucağında
Filmin sonuna doğru gerçekleşen halüsinasyon sahnesinde arka sıralardan bir seyirci yüksek sesle “Çok yaratıcı!” dedi. Biraz ironi sezdim ama bence samimiydi.

En Rahatlatıcı Film – Yılanın Kucağında
Film başladıktan üç dakika sonra yanımdaki bey uyudu ve bitene kadar uyanmadı.

En Maço Film – Şövalye
Yunan sinemasının erkeklik kodlarını öven Michael Mann’a cevabı! Böyle söyleyince çok havalı görünüyor, hatta merak uyandırıyor. Yalan! Yatta sidik yarıştıran hödüklerin arasında adeta ışıldayan Dimitris’in lubunyalığı da olmasa tam bir ızdıraptı. Film Avrupa Birliğindeki puanını yükseltmeye çalışırken rezil olan Yunan ekonomisinin metaforuydu galiba. Metafor görünce en kötü film bile ilginç hale geliyor. İyi ki varsın metafor!

En İyi İlk Film – Miles Ahead

Müzisyen biyografileri hep aynı değil mi? Kokain, saplantılı aşk, saplantılı sanatçı egosu, saplantı. Don Cheadle tekdüzeliği ritim duygusuyla kırıyor. E adamın kendisi de müzisyen ama sinemada ritim yakalamak zor olduğundan yanına iki sağlam kurgucu almış. Adlarını kenara not edelim: John Axelrad ve Kayla Emter. Miles Davis’in albüm kovalamacası gerçekte çok sıkıcı yaşanmıştır büyük ihtimalle. Favorim Davis’in bedenini bir Türk erkeği ruhunun zaptettiği ve  karısına ‘artık çalışmayıp evde oturacan, sana ben bakacam’ dediği bölüm. Her biyografi böyle tüyler ürpertici, tempolu ve kovalamacalı olmalı.



En Spielberg Film – Midnight Special

Daha önce Shyamalan ve Abrams için de ‘yeni Spielberg’ demişlerdi ama onlar asla Spielberg olmadılar, olamazlar da. 80’ler sonrasında Spielberg sinemasına en fazla yaklaşan yönetmen Jeff Nichols. O da karakterlerinin geçmişiyle ilgilenmiyor ve motivasyonları açıklamak yerine olayların ilginçliğine odaklanıyor, merak duygusunu lokomotif gibi kullanıyor. Amerikan sağına çok yakın. Hristiyan mitolojisine göbekten bağlı, dozunu biraz kaçırsa bağnazlığa kaçacak, öyle eğreti bir dengede duruyor! Aileye çok duygusal bakıyor ama propagandasını yapmıyor. Lüzumsuz ayrıntıları törpüleyen ekonomikliği fevkalade. Yine de genlerinde E.T.’den çok D.A.R.Y.L. ve Cocoon gibi filmler var. Dünyanın içindeki / üstündeki / paralelindeki dünyayı görsel olarak betimlemeye kalkıp misyoner broşürü kıvamındaki cennet tasvirine yeltenmese, o muhteşem Akira baloncuğuyla yetinse, her şeyi muğlak bıraksaymış erken klasik bile olurmuş. Nichols’ü yakından takip ediniz.
    






 








Popüler Yayınlar