Korku Cevherleri #9 - Eden Lake / Kan Gölü (2008)




Hafızam yanıltmıyorsa, Kan Gölü’nün gösterime girdiği hafta, ya da önceki haftası,  gazetelerde o meşhur toplumsal araştırmalardan biri yayımlanmıştı. Neymiş efendim, İngiltere’de insanlara kent yaşamında en çok neyi tehlikeli ve ürkütücü bulduklarını sormuşlar ve birinci sıraya serseri çocuklar yerleşmiş. Şu köşe başlarında gruplar halinde dikilen, işlek caddelerde aylak aylak dolaşan, 15-18 yaş grubuna mensup ve herkese dövecekmiş gibi bakan öfkeli ergenleri kastediyorlar.

Şimdi geriye dönüp bakınca haberin zamanlamasını ve filmin bir İngiliz filmi oluşunu göz önünde tutarak bu tesadüfün bir viral kampanyanın uzantısı gibi düşünebiliriz. Malum, filmde de aynı tanımlamaya uygun bir grup ergen, muhtemelen bu tür bir ankete katılmış genç bir çiftin dünyasını dar ediyor. Gelgelelim, filmin bir viral tanıtımla bağdaştırılamayacak tuhaf bir zamanlaması daha vardı. Bir cinayetin topyekün (ana, baba, komşular) tarafından örtbas edilmesinin nasıl mümkün olabileceğine toplumsal olarak kafa patlattığımız bir zamana da denk gelmişti. Korku filmlerinin tekinsiz tesadüfleri listemize bir çentik daha atalım.

Bu resim 'aa Fassbender mi oynuyormuş?' diyenlere...

Reklam panolarının “Bunu herkes alamaz, sen dokunamazsın,” diyecek kadar agresifleşip küstahlaşabildiği zamanlardan söz ediyoruz. Zenginlik ulaşılması gereken yegane hedefmiş gibi sürekli pohpohlanıyor.Yeni bir olgu değil, ancak zenginler (ayrıcalıklılar) artık kendi diyarlarında değiller. Aynı imtiyazlara sahip olmamış kaybedenlerin en yakınındalar, onlara sürekli nelere sahip olmadıklarını anımsatmak için. Bir baltaya sap olamadığınız için dırdırlanan ebeveynlerinizden bir şehir dolusu olduğunu düşünün. Nereye gitseniz o dırdırlanmadan kaçamıyorsunuz. Özgüvensiz toy bir ergenin böyle bir çıkmazda sığınacağı tek şey olabilir, öfke! Filmin çıkış noktası varsıllar ile yoksullar arasındaki bu tehlikeli gerginlik.

Acaba Köpekler’i çeken Sam Packinpah bu film hakkında ne düşünürdü? Ne de olsa onu benzer bir şiddet filmi çekmeye iten dönem koşullarıyla günümüzün koşulları arasında çok az fark var. Her iki film de kendilerini güvende hisseden, görgülü, bilgili ve soğukkanlı çiftlerin bilinçaltına bir nevi kabus tohumu salıyor. Şehirli insanın emniyet duygusunu yıkmak gibi anarşik bir niyetleri var. İkisi de, kötülük yuvası diye nitelenen şehirden kaçışın daha büyük belayı getireceğine dem vurarak 70’lerde peydahlanmış şu meşhur “taşra fobisi”ni eşeliyor. Ne var ki “Kan Gölü” bazen inandırıcılığı zedelemek uğruna bile olsa kendi hesabına biraz daha aşırıya kaçıyor. Yetişkinler arasında geçen daha adil bir it dalaşı yerine, eniklerin saldırısı söz konusu bu kez.

Straw Dogs 2: Enikler Strikes Back

Katil çocuk filmlerinin niçin böyle tırmanışa geçtiğini daha önce başka filmler vasıtasıyla kurcalama fırsatı bulanlar için bile verimli bir malzeme sunuyor film. Yaptıkları işkenceleri cep telefonuna kaydediyorlar. Bu sayede diğer suç ortaklarını kendisine ihanet etmeyeceklerinin garantisini alıyorlar. Geride kanıt bırakma kaygısı duymamalarının tek bir sebebi var. Görünen o ki, bu göl kasabasında her tür kabahat (buna nefret suçları ve cinayet de dahil) örtbas ediliyor. Bunu uzlaşmaya zerre yanaşmayan kan dondurucu bir finalde anlıyoruz. Film boyunca tipik bir İngiliz korku filmi aktrisi olarak soğukkanlılığını koruyan Kelly Reilly’nin  “Descent”in dağcı kızlarını anımsatan bir dönüşüm geçirdikten sonra üstüne bir de çığlık kraliçeliğini ilan ettiği  yer de orası zaten. Bir korku filminin baş karakterine en son ne zaman bu kadar içimiz sızlamıştı?

Yönetmen Watkins, film boyunca çok zekice şeyler yapmamış olabilir, ama Bergman’ın Genç Kız Pınarı’ndan başlayarak Soldaki Son Ev’e kadar iyice sulandırılan bir temayı finalde öyle bir ters yüz ediyor ki, gelin de bunun korku antolojilerine kazındığını iddia etmeyin. Doğrusu, günümüzde çok az korku filmi duygularınızla beraber gri maddenizi de bu düzeyde tartaklayabiliyor.

Tüm karakterlerin ormanda dönüp dolaşıp birbirlerini bulabilmesini bir kenara bırakalım, Watkins’in “adi suç” olgusuna bakışı hayli gerçekçi. Çocukları gözü dönmüş birer psikopat olarak tanımlama saçmalığına kalkışmıyor. İçinden çıkılmaz hale dönüşen her şiddet olayı gibi, fındık kabuğunu doldurmayacak gözdağı vermeler ve horozlanmalarla başlıyor her şey. Bunlar çocuk sonuçta. Ellerinin ayarı kaçıyor. Sonra da enselerinde hissettikleri malum güvence doğrultusunda pisliklerini temizlemek için daha da kötüsüne kalkışıyorlar. Her eylemlerinde cehaletin doğurduğu bir aşırılık var. Örneğin yaralı kurbanlarını ölmeden yakmaya kalkışıyorlar.

Watkins, bu ergenlerin yüksek hata yapma olasılığını da çok iyi kullanıyor filminde. Ama en korkuncu ve en fazla oynadığı tema, iyi-kötü ayrımını kolayca yapamayan bu öfkeli çocukların şiddete ne kadar kolay meyledebilecekleri ve ne kadar kolay maşa olabilecekleri. Bu açıdan bakınca da ormandaki bisikletli çocuğun ya da çetenin en mıymıntı üyesinin (İşte İngiltere’nin Shaun’u Thomas Turgoose) hikayedeki rolü daha da önemli ve unutulmaz bir yere oturuyor.

Popüler Yayınlar