Kurt Yabanda Avlanır
Yüzölçüm itibarıyla dünyanın en
büyük altıncı ülkesi. Bu devasa kara parçasında hâlâ keşfedilmemiş canlıların
yaşadığı söyleniyor; çünkü medeni yerleşim alanı ile vahşi arazinin oranı
arasında medeniyetin aleyhine işleyen büyük bir fark söz konusu. Bunca
bilinmezliğe gebe oluşuna karşın o topraklardan çok az kötülük öyküsünün
çıkması sizce de tuhaf ve şüpheli bir durum değil mi?
Avustralya kıtası o denli bakir ve
yalıtılmış bir görünümde ki, tıpkı bir zamanlar Sovyet Rusyasında düşünüldüğü
gibi, oralardan seri katillerin çıkması inanılması güç bir fikir gibi
görünüyor. Komunizme fazla güvendikleri için seri katillere Batı’nın yozluğu
olarak bakan Ruslar, 1984-1990 yılları arasında Andrei Chikatilo adlı
canavarlarının başıboş dolaşmasına göz yummuşlar, cinayetlerin asla bir tek
kişinin işi olamayacağına inanmışlardı. İkna olduklarında resmi kurban sayısı
53’tü. Bugün gerçek rakamın çok daha fazla olduğu düşünülüyor.
Kurt
Kapanı’nın anımsattığı şeylerden biri de canavarların en dingin ortamlarda
bile türeyebileceği. Oysa gaddarlık ne refah tanıyor ne de huzur. Avustralya’da
suç oranı o kadar düşük ki, polisler bile silah yerine kauçuk coplarla dolaşıyor.
Ama istatistikler aynı şeyi söylemiyor. Bu sözümona güven dolu ülkede her yıl
30.000 insan kayboluyor ve kaybolanların ancak %90’ı bir ay içinde bulunuyor. Ne
durumda bulunduklarını az çok tahmin edebilirsiniz. Bir kısmına ise buhar olup
uçmuşlarcasına bir daha rastlanamıyor.
Yönetmen McLean’in çıkış noktası da
bu şüpheli kayıplar. “Avustralya o kadar
büyük ki kötü birşeylerin olmaması imkansız,” diyerek destekliyor
şüphesini. Ama bu sadece karamsar bir şüpheden ibaret değil. “Yalıtılmışlık ve ıssızlıkta her zaman
gerilim vardır. Bu kadar yabani ve ürkütücü bir coğrafi yapınız varken
efsaneler türetmeniz o kadar kolay ki.” Bunlar yönetmenin kabaca çıkış
noktaları. Ama bazı şeyleri sorgulamamızı da istiyor.
Mesela, bu yalıtılmışlık ve
ıssızlığın saf kötülüğe sebep olup olmayacağını; ya da kötülüğün bir doğa
etmenine bağlı olup olmadığını ve toplumun dışlayıcı yaklaşımlarından doğup
doğmadığını. Bu yüzden McLean’in hi-def kameralarıyla betimlediği, hipnotik
bir etkiye sahip birinci sınıf sinematografisinden de destek alan uçsuz
bucaksız Avustralya manzaralarıyla 50 dakika geçirmesi pek şaşırtmıyor.
Doğanın güzelliğinden ziyade gizilgücündeki meşumluğunu iyice sindirmemizi
istiyor ki dehşet patlak verdiğinde iyice silkelenelim, mülkiyetini küstahça
sahiplendiğimiz büyük mavi kürede kendimizi iyice savunmasız hissedelim. Doğaya
bu şekilde yaklaşan nadir filmlerden biri.
Onu hemşerisi Mad Max’in yanına
koymak için sebepler de var; ama her şeyi sıralayarak keyif kaçırmaya gerek yok.
Gerçekten de bazen yol filmlerinden yola çıkarak yere göğe sığdıramadığımız şu
özgürlük timsali kara asfalt, kızgın güneşin altında resmedilmesine rağmen, çok
nadiren böylesine kan dondurabilir.
Bu sindirme ve sorgulama faslı
nedeniyle, gencecik üç kahramanın yaşam enerjisine uygun, kâh melankolik kâh
neşeli, uzunca bir girizgahı var filmin. Sırt çantalarıyla koca kıtayı kendi
imkanları doğrultusunda arşınlayan biri yerli üç turist, seyahatlerinin bir
noktasında derme çatma bir araba temin ederek filme adını veren Wolf Creek bölgesine doğru yola çıkıyor. Yıllar önce düşen bir meteorun açtığı krateri
görmek için arabayı üç saatlik mesafede bırakıp yola yaya devam ediyorlar. Geri
döndüklerinde önce saatlerinin çalışmadığını fark ediyorlar; sonra da
arabalarının. Kuş uçmaz kervan geçmez bu bölgede karanlık çöktükten sonra
çaresizce arabanın içinde beklerlerken, aletleri etkileyen mıknatıs, saatler
sürecek bir kabusun sorumlusu olacak zifiri bir kötülüğü yanlarına çekiyor:
Mick Taylor.
Katil Mick Taylor o kadar geveze ve
küstah ki kurbanlarını saf dışı etmeden önce çeneye kuvvet yöntemlerle
psikolojik işkence yaparak onların iflahını kesiyor, keza seyircinin de. Kurt
Kapanı’ndaki şiddet, gösterişçi bir ikiyüzlülükten uzak ve özendirici olmaktan
ziyade çiğ betimlemelerle irkiltmeyi hedefliyor. Dolayısıyla “13.Cuma” gibi
örneklerin haklı biçimde bağnazlıkla suçlanmasına neden olan sevişen çiftler tez ölür klişesinden
özellikle uzak durulmuş. Bunca yıl kendilerinden haber alınamayan kayıpların
yakınlarını incitmemek gibi duyarlı bir tavrı da var yapımcıların. Bu hassas
noktalara özen göstermeleri dışında klişeleri gayet yerinde kullanıyorlar.
Örneğin kontağı çevirince çalışmayan
araba klişesini çok sıkıcı bulanlar bir de buraya bakmalılar.
Filmin en başında gerçek olaylara dayalıdır ibaresi
bulunması biraz da bu yüzden boşuna değil. Gerçi Hollywood, başta Fargo gibi hınzır
filmlerle olmak üzere, bu gerçek olaylar
ibaresinin güvenilirliğini çok sarstı ama karşımızda bağımsız bir yapım
duruyor. McLean’e inanabiliriz çünkü kendisi belli bir olayı kaynak almadığını
söylese de, filmdeki cinayetlerin şekli bugün hâlâ aydınlatılamamış Snowtown
Cinayetleri’ndeki bulgularla benzerlik gösteriyor. Ona inanabiliriz çünkü filmi
kendi ülkesinin kuzey bölgesinde bir süre yasaklı kaldı. Kurgusal katili Mick
Taylor’la fiziksel benzerlik de taşıyan John Murdoch Bradley davası henüz
sonuçlanmamıştı ve bilirkişiler davanın seyrini filmle etkilemek
istememişlerdi.
Bir İngiliz turisti öldürmekten ve
onun kız arkadaşına tecavüzden yargılanan John Murdoch Bradley doğuştan
sabıkalı diyebileceğiniz kişilerden. 85 tanığın ifadesine, 300’den fazla delil
ibrazına dayanarak varılan sonuçta jüri Bradley’in suçlu olduğuna karar verdi.
Sekiz hafta süren davada Bradley suçlamaları reddetmiş ve bunun eskiden
hesabına çalıştığı bir uyuşturucu tacirinin dalaveresi olduğunu öne sürmüştü.
Cinayetin görgü tanığı Liz ise, elleri bağlı biçimde de olsa Bradley’in elinden
kurtulmayı başarmıştı. 15 Aralık 2005’te son bulan davayla birlikte filmin
üzerindeki geçici yasak da kaldırılmıştı.
Ülkemize güzel bir Türkçe isimle
nihayet uğramayı başaran “Kurt Kapanı” 2005 yılı dahilinde efsanesi çabuk
yayılan filmlerden biriydi. İlk çıkışı ise Sundance’te gerçekleşmişti. O yılki
festivalde adı Brick’le beraber en
çok anılan filmdi. Hollywood’un korku türünde yeniden çevrimlerle veya dilberli
plastik korkularla oyalandığı döneme bomba gibi düşmüştü. Cannes festivalinde
bile onca art-house yapım arasından
sıyrılmayı başarmış, adından sıkça söz ettirmişti. Avrupa topraklarına
girdiğinde ise, korkuya saygıda kusur etmeyen İngilizlerin başını çektiği bir
övgü furyasına mazhar oldu. Yönetmenin “Korku
filmleri fazlasıyla aklı selim hale gelmeye başladı. En büyük nedeni de asıl
amacı istismardan uzaklaşılarak onun kârlı bir tür olarak görülmesinden
kaynaklanıyor,” şeklindeki (korku filmleri neden korkutmuyoru açıklayan)
makul beyanları da merakı daha da körüklemişti.
“Korku filmleri tabulara meydan okumalı ve sınırları keşfetmeli.
Şimdiki korku örnekleri o kadar hesaplı kitaplı ki ortalama Amerikan
izleyicisini kaçırmamak için gerçekten iç bulandırıcı şeylere kalkışmıyorlar.”
İlk filmini çeken Greg McLean tüm bunları istismarın suyunu çıkaran Eli Roth
imzalı “Hostel”dan çok önce söylemişti tabii.
Hararetli övgü sözleri, iddialı
beyanatlar, gerçek olaylara dayalı öykü ve benim diyen kimi ünlü
eleştirmenlerin hayatlarında ilk defa bir filmi yarıda bırakıp çıkmalarına
neden olan dehşet dozuna dair şehir efsaneleri. Bunca şeyi biraraya
getirdiğinizde, tepeden bakan izleyicilerin burnunu bükebilir ve onlara yeni
bir balonla karşılaşacakları izlenimini verebilirsiniz. İster burun bükün, ister
korkun, Kurt Kapanı'nı tüm efsanesinin altını rahatlıkla doldurabilen başarılı
bir tür örneği olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Evet, gerçekten filmi yarıda
bırakmak istiyorsunuz, ama izlenilmeyecek kadar pespaye olduğu için değil. Kan
revan gösterişçiliğini amaçlamadığı için de sinir uçlarınızda bıraktığı etki
bilinçaltınıza sızıyor ve sizi bir süre takip ediyor. Suni çığlıklara
kanıksamış kulaklarımıza acı dolu bir insan çığlığının gerçekte tahammül
edilemez bir şey olduğunu hakkıyla anımsatması da cabası. Bu yüzden “şiddet
belgeseli” tanımlaması filmin üzerinde hiç de eğreti durmuyor ve yönetmenin
filmini “bir anti-film” olarak anması da geriye söyleyecek çok fazla şey
bırakmıyor.
Bir dönemin korku seyircilerinden
kendi kendilerine “Bu sadece bir film” diye sürekli tekrarlayarak telkinde
bulunmaları istenirdi. Rahatlatma mekanizmalarınızdaki denetiminizi
kaybettiğiniz “Kurt Kapanı”nda bu telkin sökmüyor; çünkü yeryüzünde başıboş
dolaşan kurtların ne zaman ava çıkacağını bilemeyeceğinizi hatırlatıyor size.
* 2006 yılında Film+ dergisinde yayınlanan yazımın güncellenmiş halidir.