Eleştiri: Elysium - Yeni Cennet

Elysium’dan çarpıcı bir direniş öyküsü bekleyen seyircileri garipsememeli. Şu Neill Blomkamp denen adam daha önce uzaylı istilası formülünü bile kılığından çıkarmış, toplumsal güç dengelerini ters yüz ederek unutulmaz bir mülteci dramına imza atmıştı, hem de bilimkurgunun en gözde öğelerinden biri olan mutasyonu (bedensel dönüşümü) ihmal etmeden. Aynı öğelerin büyük kısmı Elysium’da da var. Bunu anlamak için filmi görmeye gerek bile yok üstelik, fragmana bakmak yeterli. Renk paleti, ürkütücü sayılabilecek kadar doğal görünen dijital efektleri bile Yasak Bölge 9’la aynı.

Dünya yine viraneye dönmüş halde, teknoloji alıp başını gitmiş ama sefaleti sona erdirememiş, toplumsal adaleti hiç getirmemiş. Zenginler de yaşam standartlarını korumak için olağanüstü sağlık teknolojilerini ve servetlerini kaptıkları gibi dünya yörüngesinin biraz ötesinde konuşlandırılmış uzay şehri Elysium’da soluğu almışlar. Eh, yerdekiler ağır koşullarda yaşıyorlar ama teknolojiden tümüyle soyutlanmış değiller. Şimdi bunlar aynı sağlık hizmetlerinden biz de faydalanmak istiyoruz diyerek ayaklanmazlar mı? 

Aslına bakarsanız, üstün teknolojiyi elinde bulunduran ve gerilla mantığıyla hareket eden bu bir grup hödüğün mekikleri Elysium’a kadar uçurabilmeleri bile mucize! Neden? Çünkü lider diye başlarında duran herif oyuncağı kırılınca tepinen haylaz bir çocuktan biraz hallice. Bilgisayar hata mesajı verince monitörü yumruklamaya başlayan ve ‘n’oluyo lan’ diye bağıran bir denyonun da tıpatıp aynısı, mecaz yok, bunları sahiden yapıyor. Arada sırada içlerine çoluk çocuğu doldurup truva atı misali Elysium’a gönderdikleri mekiklerle neyi amaçladıkları bile belli değil. Zaten daha havadayken vuruluyorlar, inmeyi başaranlar da robot polislerce yaka paça tutuklanıyor. Ama yok, bunu belli aralıklarla yapıyorlar. İyimser bakarak çaresizlik diyelim. Gerçekte, Elysium'a ulaşmanın imkansızlığını göstermekten başka bir işlevi yok. Hikayenin girizgahındaki tüm verilere rağmen "ya niye gidemiyorlar, binsinler mekiğe gitsinler işte" diyen bir seyirci çıkabilir çünkü. Böyle basit, dangır dungur bir mantık. 

Hal böyleyken, filmin baş kahramanı Max’in hikaye boyunca özgür iradesiyle tek bir karar alamayışına şaşmamalı. Berbat koşullarda hayvan muamelesi görerek çalıştığı fabrikada, ölüm tehlikesini bile bile, sırf ‘gir bak’ dediler diye, üretim hattına giriyor. İsyankar bir yanı var, arada sırada robot memurlara laf sokuyor mesela. Ama bu kritik noktada fazla itiraz edemiyor. Yaşadığı kazanın ardından birinci derdi Elysium’a ulaşmak oluyor, ama ‘ben yaşadım bari başkaları yaşamasın’ diye değil. Çocukken Elysium hayalleri kurmasına rağmen bunu öyle liderlik ruhuna falan dönüştürmemiş de herkes gibi ‘ay ben de zengin olayım, Elysium’a gideyim’de kalmış. Hani zorlarsanız, AVM’ye gidip zenginlere özenen, hırslanan, hırsını da maaşının iki misli üstünde cep telefonu satın alarak çıkaranlarda izdüşümünü görürsünüz. 

Max de benzer bir şey yapıyor, daha önce kirli (!) işlerini gördüğü gerilla grubunun kapısını çalıyor ve Elysium’a gönderilmesini talep ediyor. Ölmek istemiyor, tek derdi bu. “Bu uğurda ne olsa yaparım abi.” Kalkıp bunu bir güzel upgrade ediyorlar, level atlatıyorlar. Max bir film karakteri değil çünkü, bu haliyle ancak jetonlu oyun makinesi karakterine benziyor.

Film karakterleri yarı makineye dönüştüklerinde insanlıklarını ve toplumu sorgulayabilir, kendinden tiksinebilir, pişmanlık duyabilir, ikileme düşebilirler. Jetonlu oyun karakterlerinde bunların hiçbiri görülmez. Çağdaş video oyunlarında bile artık bu derinlik varken, Max’in hikayesinde görülmüyor. “Bana ne yaptınız?” Sorduğu tek soru bu. O da meraktan. Kıyak geçen çakal adamlar hemen devreye giriyor. “Bak seni böyle süper bir şey yaptık, bari işe yara, Elysium’un işletim kodlarını çal.” Hani niye daha önce başkasıyla yapmamışlar, belli değil. Max de yine itiraz yok. Görevi yapacak, “görev tamamlandı” ekranını illa ki görecek.

Her şey çok mu düz ilerliyor? Çocukluk aşkı ve onun lösemili çocuğu emrinize amade. Peki Max bundan etkilenir mi? Tabii ki hayır. Verdiği tepki, “bir de sizle uğraşamam”ın dengi sayılır. Max hiçbir koşulda insani tepkiler vermiyor. Yarı makineye dönüşmeden öncesiyle sonrası arasında hiçbir fark yok. Hikaye boyunca ruhsuz robotlarmış gibi betimlenen ve belli ki öfke uyandırması beklenen fabrika patronları ve zenginlerle Max arasında bir fark yok. (Daha beteri var, zenginlerden birinin suratında ‘Rich / zengin’ dövmesi var.) Sinirlendiği zaman ürkütücü bir psikopattan çok şımarık holiganlar gibi davranan ajanlardan da bir farkı yok. Sadece Max'te değil, filmdeki herhangi bir replikte de en küçük bir zeka kırıntısına rastlamak çok zor. Böyle bir ortamda yaşayan zenginlerin Elysium’a kaçabilmesi de mucize.

Senaryo, sınıf ayrımı üzerinden işleyen hikayelerin iki yönlü bakış açısından, o tür bir zenginlikten de yoksun. Elysium’daki yaşam sadece genel bir tablo, epey görkemli bir bilimkurgu tablosu olarak betimleniyor, o kadar. Şehri idare edenlerin ofisleri ve kontrol odaları haricinde bir yaşam tasvirine hiç girilmemiş. Zenginler yüzeysel insanlar, diğer ayrıntılar önemsiz mi  yani? Max’in toplumsal dengeleri değiştirecek hareketinin, ya da Elysium valisi Delacourt’un kalkıştığı darbenin Elysium yaşayanları üzerindeki etkileri bir ihtimal olarak dahi verilmiyor. Seyirciyi o evrendeki dengeler üzerinde çelişkiye düşürecek düşünsel bir zenginlik yok. Madem film en iyimser tabiriyle Paul Verhoeven’in çektiği bilimkurguları anımsatıyor, öyleyse örneği oradan vermeli. Total Recall’daki ‘Douglas Quaid sahiden iyi adam mı?” ikilemine benzer bir şüphe duygusu, benzer bir tereddütlü entrika Elysium’u çok daha yüksek bir yere taşıyabilirdi. Max hedefine dümdüz gidiyor, karşısındaki kötüler bile dümdüz, her şey can sıkacak kadar düz.

Galiba en hayal kırıklığına uğratan şey de, Jodie Foster gibi bir oyuncunun olabilecek en köhne metodlarla Delacourt’a hapsolması. Pis gülüşler, saç atmalar, burundan püskürmeler, diş gıcırdatmalar; bildiğin madilik ama eğlendirmeyen türden. Onun kabahati değil elbette, bu denli tek boyutlu bir karakterle kim olsa bu kadarını yapabilir. Eziyeti son bulduğunda insan Delacourt namına değil de Foster namına sahiden seviniyor.

Bir de filmin tatmin edici bir son olarak önerdiği şu çözüm. İşletim sistemini sıfırlamak mı? Cidden mi? Yahu bir yamayla her şey hallolurdu, o kadar tantanaya ne gerek var.



* Elysium: Yeni Cennet 9 Ağustos'ta sinemalarda.

Popüler Yayınlar