Retro Belgesel #2 - Kehanet / Omen (1976)

Türkiye'de bu afişle vizyona girmişti.
Damien’ın antolojilere altın harflerle kazınmış öyküsü kutsal metinlerdeki kehanetlerden türetilmişse de gelişini haberleyen şey aslında yine korku sinemasının, daha genel açılımıyla da toplumsal korkunun ta kendisiydi. Vietnam savaşının henüz dindiği, barışçıl devlet başkanlarının öldürüldüğü, azınlık sanılan grupların ortak bilinçle harekete geçip sosyal dalgalanmalara yol açtığı, Çin’in Sovyet ittifakından koparak ikinci bir “kızıl” tehlike haline dönüştüğü, en önemlisi gelecek 50 yılı da kapsayacak Batı-Doğu gerginliğinin ilk kıvılcımlarının atıldığı dönemdi 60’ların sonu. Muhafazakar sağ kanat mensubu Amerikalıların derin bir korkuya kapılması kaçınılmazdı. Günlük hayat, kopmaya hazır bir pamuk ipliğinin ucunda gibiydi. Onlar da, belki de en son ortaçağda yaşayan akranlarının yaptığı gibi, açıklamakta güçlük çektikleri korkularını kötülüğün ezeli tasvirine yansıtarak avundular: Şeytan. Sonuç olarak hem Rosemary’nin Bebeği (1968) hem de Şeytan (1973) bu açıklama arayışının ve avunmanın simgesel uzantılarıydı.

Bu manzarayı önünüzde tutunca Kehanet sinema tarihinin en özgün fikri olarak sivrilmiyor belki. Ne var ki iman gücüne rağmen kötülüğün engellenemeyeceğine dair bir önerme getirerek dönemin kötümserliğini seleflerinden çok daha iyi yakalıyor. Şeytani bebek filmleri furyasının asıl bundan sonra başlaması bile yeterli bir gösterge sayılabilir.

Zamanın efsaneye dönüştürdüğü hemen her film gibi “Kehanet” de efsane olsun diye çekilmemişti. Hollywood’un özgün fikir sıkıntısı çektiği zamanlarda İncil’i karıştırmadığını biliyoruz. Bu huylarını 50’lerin sonlarında terk etmişlerdi. Nitekim filmin çekirdek öyküsü stüdyolardan değil, alelade bir yemek sohbeti sırasında ortaya çıkmıştı.

İŞTAH AÇICI BİR FİKİR  

Harvey Bernhard ve Bob Munger’ın birlikte yedikleri öğle yemeği bir iş yemeği bile değildi. En azından Munger meslektaşına  “Vahiy kitabını hiç okudun mu?” diye sorduğunda aklından geçen şey iş değildi. Bernhard’ın olumsuz yanıtı üzerine devam etmişti: “Sence Deccal bir çocuğun vücudunda dünyaya gelseydi ne olurdu?” Munger, belki eğlenceli bir fikir jimnastiği amaçlıyordu ama Bernhard’ın tepkisi beklenmedikti. Elindeki çatalı tabağa düşürdü. Müteakip saatlerde de bu fikir üzerinden 10 sayfalık bir senaryo taslağı yazıverdi. Bernhard’ın bir sonraki işi, elindeki taslağı bir miktar avans ödeyerek deneyimli yazar David Seltzer’e emanet etmekti.

Seltzer hikaye üzerinde kalem oynatmaya başlamadan önce üç aylık araştırma döneminden geçti. Sonrası nispeten kolaydı. Yazma işi dört haftasını alacaktı. İnanılmaz ayrıntılar ne kadar törpülenirse o kadar gerçekçi bir öykünün ortaya çıkacağını düşünen Bernhard’ın talebi üzerine tarikatlardan ve gargoylların süslediği gotik binalardan uzak durmuştu. Bu yüzden de senaryoda çakal tarafından gebe bırakılan bir kadının betimlemesine asla yer verilmemişti. Halbuki malzeme buna çok müsaitti. Seltzer, şeytan yanılsaması üzerinde odaklanacak ve hikayeyi psikolojik bir gerilim filmi olarak kuracaktı. Kutsal metinlerdeki “Kötülük sonsuz denizden yükselecek” gibi muğlak tanımları “Deccal siyasetin içinden gelecek” şeklinde deşifre ederken komplo teorilerine kapı açıp siyasi gerilim kalıplarına da yaklaşarak.

İlk önce Warner Bros.’a götürülen proje reddedildi. The Exorcist korku türünü yeniden canlandıran bir başarı olarak görülse de hiçbir stüdyo kısıtlı bütçelerini bir korku filmine ayırmaya yanaşmıyordu. Buna ilk aşamada 20th Fox da dahildi. Filmin karmaşık görsel efektler gerektirmemesi nedeniyle, İngiliz oyuncularla İsviçre’de düşük bir bütçeyle çekilmesi kararlaştırıldığında henüz Peck ve Remick gibi oyuncuların adı bile anılmamaktaydı. Gelgelelim, gerçekçi öykülerin adamı olarak tanınan Peck’in seyirci nezdindeki konumu, inandırıcılığın önemsendiği bir yapımda bir avantaj olarak göz ardı edilmeyecekti.

O vakte kadar TV filmleriyle oyalanan ve kariyerinin TV’ye kilitlenip kalmasından endişelenen Donner, proje babası kalemşörlerle aynı fikirdeydi. Filme hiçbir zaman bir korku filmi gözüyle bakmamıştı. Buna rağmen filmde “Damien gerçekten Deccal’ın tezahürü mü? Zincirleme tesadüfler ortak bir hezeyana mı yol açıyor?” gibi sorularla izleyiciyi ikilemde bırakmak hedeflenmemiş, doğrudan etki amaçlanmıştı. Gerçekten de seyirciye sunulan tüm bilgi kırıntıları Damien’ın kimliğine dair şüpheye yer bırakmayacak niteliktedir. 

Uluslararası dolaşıma çıkmayıp sadece yerel sinemalarda gösterilen küçük çaplı yapımlara ayrılan 2.8 milyon dolarlık bütçeyle Donner’ın, onu TV cehenneminden kurtaracak bir umut kapısı olarak gördüğü filmde teknik gövde gösterisine girişecek durumu yoktu. Ölüm sahnelerinin birçoğunda özel efekt uzmanı John Richardson’ın yaratıcı çözümlerine güvenmek zorunda kalacaktı. Ama mesela, rahibin ölüm sahnesini senaryoda yazıldığı gibi [çatıdan fırlayan metal çubuk rahibin kafasından girer kaba etinden çıkar ve cesedi kazığa geçirilmişçesine kalakalır] çekmenin imkansız olduğunu anladıklarında ellerinden gelenin en iyisiyle idare etmişlerdi.

Donner ilave gider gerektirmeyen reji yeteneğine, mizansenlere, kusursuz kadrajlara, ve kurguya yüklenmişti. Elinde sinema gramerinin yalın ve sonsuz olanakları varken fazlasına da ihtiyacı yoktur aslında. Meşhur kafa kopma sahnesinin inandırıcılığından şüpheye düşünce kurgu masasında seyircilere tuzak kurar. İzleyicilerin korkunç sahnelerde yaklaşık üç saniye kadar gözlerini kapadıklarını gözlemleyen yönetmen, sahneyi geri dönüşlü kurgulayarak uzatır. (Bugün daha ziyade John Woo kurgusu olarak anılan şeyi dener.) Böylece seyirciler gözlerini açtıklarında dehşet hâlâ oradadır.
  
SAKIN GÜLME!

İmkanları kısıtlı olsa da, Donner, şikayet edemeyecek kadar iyi bir oyuncu kadrosuna sahipti. Özellikle de yan rollerdeki İngiliz oyuncuları açısından. Ancak anahtar karakterin bir çocuk olması riskliydi. Bu yüzden çocuk oyuncuyu seçerken en zor sahneyi, yani kiliseye girmek istemeyen Damien’in arabanın içinde annesini hırpaladığı sahneyi çıkış noktası olarak kullanmıştı. Provalarda Harvey Stephens’a “Bana bağırarak saldır ve sakın durma,” der. Donner bu provadan birkaç yara bereyle ayrılır ama kararı kesindir: “Bu çocuk Damien!”…Filmin ilk kurgusunda yer almayan ve Damien’ın kameraya bakıp sırıttığı sahnede de Donner çocuk psikolojisinin ters mantığından faydalanır. “Sakın gülme Harvey, yoksa küserim, sakın gülme, gülme, gülme!” Harvey sonunda dayanamaz ve o tekinsiz sırıtma ortaya çıkar. Stüdyo başkanı, merminin ağır çekimde havada süzüldüğü sahneyi içeren ve kilisede noktalanan final sahnesinin bulunduğu ilk kurguyu görüp de Donner’a “Sence çocuk hayatta mı?” diye sormasa, muhtemelen bu sahne eklenmeyecek ve seyircileri derin bir huzursuzlukla uğurlayan o nihai etki sağlanamayacaktı.

Oops!
Tabii eğer Goldsmith’in ona hayatının biricik Oscar ödülünü kazandıran müzik çalışması da olmasaydı yine olmazdı. Usulca yaklaşan kapkara bir köpek yeterince korkutucuydu. (Bu filmden sonra Rottweiler cinsi köpekler gözde hale gelmişti. İnsan yine de böyle bir filmden sonra evinde o köpeklerden isteyen kişilere hayret ediyor.) Ama aynı anda fona “Sangius bebimus, corpus edimus, ave satani” [kan içeriz, ceset yeriz, şeytana selam olsun] diye fısıldayan bir Gregoryen korosu yerleştirmek kan dondurucu bir girişimdi. Latince sözleri ilk başta anlamasanız bile… Daha stüdyodayken herkes besteciye bu çalışmasıyla Oscar alacağını söylemiş; ama daha önce 8 kez aday gösterilip eli boş dönen Goldsmith tüm bunlara gülüp geçmişti.

Son tahlilde “Kehanet” maliyetini kat be kat çıkartan gişe geliriyle ve küçük çaplı bir olaya dönüşmesiyle, dehşet içinde bıraktığı seyircileri hariç herkesi güldüren bir proje oldu. Donner’ın kariyerini ivmelendirip ferahlattı. Bugün korku sinemasını hâlâ etkileyen bir klasik olarak sinema tarihinde sarsılmaz bir yere sahip. (En son Son Durak 3'teki ölümleri haberleyen fotoğraflar esprisi buradan esinlenilmişti.) Tamamen Hıristiyan kökenli bir metnin doğruluk iddiası taşımayan kurgusal yorumundan ibaret olsa da evrensel 666 korkusunun [Hexakosioihexekontahexafobi] asıl sorumlusu da o! Dönemin izleyicilerinin ihtiyacı olan en son şey yeni bir korku olsa da…

... VE DİĞER AYRINTILAR

KEM GÖZLERİN GÜCÜ

Katherine’in (Remick) hastane odasında dadıyı görür görmez donakaldığı sahne bugün bazı izleyiciler tarafından gülünç bulunur, filmin eskimişliğine yorulur ve hep şu soru sorulur: “Katherine dadıya niçin karşı koymadı?”
Bunu soranlar köpekle ilk dadı arasındaki bakışmayı ve bu bakışmanın intiharla sonuçlandığını unutuyorlar. Karanlıklar prensinin hizmetkarlarının gözleri telkin gücüne sahip. O zaman sormamız gereken soru şu belki de: “Katherine pencereden itildi mi yoksa kendisi mi atladı?” 


TESADÜF MÜ LANET Mİ?

Filmin çekimleri sırasında basına da yansıyan o kadar çok kaza olmuştu ki gazeteler yapımcıların uydurduklarını düşünmeye başlamıştı. “Exorcist” kadar olmasa da tekinsiz tesadüfleriyle sabıkalı bir filmdi.
  • Ekibi taşıyan uçak, geri dönüş yolculuğunda bir kuş sürüsüne denk gelir, motor hasar görür, irtifa kaybedip bir arabanın üstüne düşer. Arabada pilotun karısı ve çocuğu vardır.
  • David Seltzer’in bindiği uçağa yıldırım çarpar.
  • Donner’ın Londra’da kaldığı otel IRA tarafından bombalanır.
  • Babun saldırısı sahnesinin çekildiği hayvanat bahçesindeki bir bekçi, çekimler tamamlandıktan sonra bir aslan tarafından parçalanır.
  • Çekimlerin ilk gününde görsel efekt ekibinden iki kişi ağır bir trafik kazası geçirir.

06/06/2006’DA NELER OLDU?

Dünya üzerinde farklı etnik gruplar tarafından kullanılan en az 11 değişik takvim olmasına rağmen, 2012 yaygarasına benzer söylentiler de üç tane 6 rakamının takvimde biraraya geleceği gün için de yapılmıştı. Sonuçta 1806'da ve 1906'da ne olduysa aynısı oldu. Yani hiçbir şey. Ama şunlar da yaşandı.

  • Amerikalılar Normandiya çıkartmasının 62. yıldönümünü andı.
  • Thrash metal grubu Slayer, “Unholy Alliance” adını verdikleri konser turuna başladı.
  • Ann Coulter “Godless: The Church of Liberalism” adlı kitabını yayımladı.
  • [www.v-generations.com] adlı internet sitesi faaliyete geçti.
  • Yahudiler Kudüs’ün İsrail yönetimine geçişinin 9. yıldönümünü kutladı.
  • Güneş Boğa burcuna girdi.
  • AMD yeni işlemcisi AM2’yi piyasaya sürdü.
  • Sabah kalktığımızda takvimler Salı gününü gösterdi ve işe giderken hafta sonuna  kaç gün kaldığını hesapladık.
  • Beyoğlu’ndaki kazılar bitmedi.


DAMIEN KRONOLOJİ
Serinin devam filmlerinde kabaca neler oldu?


Damien: Omen II (1978)
  • Damien’ı dünyada öldürebilecek tek şey olan 7 kutsal hançeri Robert Thorn’a veren Carl, infaz görevi için başka birini ikna etmeye çalışır. Damien’ın Medusa-vari bir yaratık olarak resmedildiği ören yerinde ikisi de diri diri gömülürler.
  • Damien, amcası tarafından himaye altına alınır. Askeri okula yazılmıştır. Psişik güçlerini keşfeder. (Okulda dalaştığı bir genci bakışlarıyla paralar, kuzenini öldürür.)
  • Thorn ailesini uyarmaya çalışanlar kaçık din fanatikleri gibi davranırlar. Zaten pek zeki olmayan Richard ve Ann Thorn’un işi iyice zorlaşır.
  • İlk filmin kafa kopma sahnesinin muadili olma işlevini asansör sahnesi görür. Dönemine göre nadir rastlanır bir ikiye bölünme efekti.
  • Gizemli ölüm sahnelerinden önce bir karga belirir. Ona dev bir kurbağanın vıraklaması eşlik eder. Tuhaf ve komik!
  • Öncelikli amacı enerji ve elektronik olan Thorn şirketi, küresel gıda ve tarım politikasının daha kârlı olduğuna karar verir. Kararın fikir babası Damien’ın müritlerinden biridir.

The Final Conflict (1981)
  • Sam Neill tarafından canlandırılan Damien artık Deccal olduğunun açık seçik bilincindedir. Gözünü beyaz saraya dikmiştir.
  • Mesih’in doğum tarihi yaklaşmaktadır.
  • Yedi hançer tesadüfen bulunur. Birbirinden beceriksiz 7 rahipten oluşturulan bir suikast timi Damien’ı öldürmek üzere harekete geçer.
  • Roma’daki gökbilimcilerin gözleri önünde Mesih’in doğumu gerçekleşir.
  • Damien, müritlerine 24 Mart gecesi doğan tüm erkek çocuklarının öldürülmesini emreder. Hayır, hiç kimse bebek Mesih’i bir sandala koyup Thames nehrine bırakmaz. 
  • Son karşılaşmada zafer İsa’nın olur. Kapanış jeneriğinde İncil’den alıntılar eşliğinde inancın galip geleceğinin altı çizilir.

Not: Video filmi “Omen IV: The Awakening” dişi Deccal fikriyle oyalandığı ve Damien’la alakası olmadığı için görmezden gelinmiştir. 


* Bu makale 2006 yılında Film+ dergisinde yayınlanmıştır. Bilgilerin büyük çoğunluğu filmin iki diskli koleksiyon baskısında yer alan yapım belgesellerine ve sesli yorumlara dayanmaktadır. 



   


Popüler Yayınlar