Jurassic Park'a geri dönmek.
Filmler eskimez, insanlar yaşlanır. Eminim birisi daha önce söylemiştir.
Jurassic Park’ı sinemada ilk kez izlememizin üzerinden tam 20 yıl geçmiş. Dile
kolay, sinema tarihinde iki koca döneme denk. İnsan kendini haliyle yaşlı
hissediyor. Düşünsenize, filmi sinemada hiç görmemiş genç bir kuşak var.
Aralarında kısa film yönetmenleri de var, sinema yazarları da. Onlar da bir
dönemin fenomenini geç de olsa yakalayabilecekler; isterlerse, önemserlerse
tabii. TV kanallarında DVD’de nasıl olsa izlemiştiniz, bıkmıştınız belki. Ama sırf TV kanallarında izlemişseniz, kendinizi filmi görmüş saymayın.
Jurassic Park tarih öncesinde kalmış sayılan ve artık rağbet
görmeyeceği düşünülen bir türü, dev canavarlı fantastikleri tekrar dirilten
filmdi. Şu sıralar vizyonda olan Pasifik Savaşı bile ona birşeyler borçlu. Özellikle
açılış sahnesiyle Universal’ın 50’li yıllarda ürettiği korku filmlerinin atmosferini,
o dönemin sinema diliyle bire bir kurması da bu yüzden. Korkuyla irileşmiş
gözlere, çığlık atan ağızlara kameranın zum yapması; hiç kan gözükmemesi,
grafik şiddetin bile mümkün olduğunca yumuşatılması v.s. Bunların hepsi 50’li
yılların nostaljisini, biraz da güvenli sulardan ayrılmama arzusuyla örtüşerek baştan
kuruyor. Ama asıl çıkış noktası, çocuklar için çekilmiş, ailecek izlenebilecek bir
korku filmi biçiminde tasarlanmış olmasında yatıyor. Çocuklar için korku filmi mi olurmuş
demeyin, isterseniz şu yazıya da bir göz atın: http://uzuncorap.com/2012/11/30/hollywood-cocuklari-niye-korkutmak-ister/
Tam da bu yüzden, insana her zaman olağanüstü yavaş gelmiş
girizgahında Jurassic Park’ın tüm karakterleri gülücükler saçıyor. Tıpkı iğne
yapmadan önce hemşiresinden hastabakıcısına, hatta danışmadaki ablaya kadar çocuğun
etrafındaki herkesin gülücükler saçması gibi. Steven Spielberg korkuyu hiç
sevmez çünkü. Gerilim kurmada ustalıklı bir göze ve sezgisel bir yeteneğe sahip
olmasına rağmen öyledir. Hele ki çocukları korkutmayı hiç sevmediğini birçok
söyleşide dile getirir durur. Gelgelelim bu filmde en tehlikeli durumların
göbeğinde hep çocuklar vardır. Çocuk sevmeyen bir baş karakter de vardır gerçi, popüler Hollywood yapımlarında pek sık rastlanmayan bir şeydir; günü
kurtaran ve sonradan baba figürüne dönüşen bilimadamı ise tam bir klişe. Beri yandan filmin
başlarındaki arkeoloji sahasında gıcıklık eden, sonra da ödü patlatılarak öç
alınan çocuğun orada ne aradığı sorusu 20 yıl önce de akıl kurcalıyordu, bugün
de yanıtlanabilmiş değil.
Mantık hataları, bir mekandan diğerine ışınlanırmış gibi
hareket eden karakterler, gülünç teknolojik ayrıntılar (bilgisayar ekranlarında
kamera görüntüsü diye yutturulan Quick Time videoları o zaman da komikti) Jurassic
Park’ın hâlâ en zayıf karnını oluşturuyor. Gerçi hangi filmi 10 kez izleseniz mantık hatası bulursunuz, orası ayrı. Beş yaşındaki bir çocuğun bile anlayabileceği şekilde tasarlanmış DNA teknolojisi videosu yetişkin seyircilerine lobotomiye maruz kaldıklarını hissettirecek kadar zalimcedir mesela. Keza ‘sahiden gerçekmiş gibi’ dinozorlar gösterme
vaadiyle perdenin karşısına çağırdığı seyircisine çooook uzun bir süre gıdım
gıdım dinozor göstermesi de öyle, günümüz sinemasıyla bağdaşmayan antikalıklarından
biridir. Hatta bunu büyük bir şakaya da dönüştürüyor, dinozorsuz dinozor
parkı esprileri Jeff Goldblum’un dilinden düşmüyor. Eh, film de kendi
kaşınıyor.
Lakin tüm bu yavaşlık, yönetmenine başka verimli alanlar
açıyor. Karakterlerine daha fazla vakit ayırıyor, çoğunu sevmek yine mümkün
olamıyor belki ama önemsetiyor. Büyük birer gerilim kurdelası şeklinde tasarlanmış sekanslarını ezbere bilseniz de, birkaç kasınız oturduğunuz yerde refleksle geriliyor. Mekanik / animatronik yaratıkları, hiper-gerçekçi animasyonlar yüzünden günümüz sinemasında artık neredeyse hiç kullanılmayan cevherlerinden. Özellikle aktörlerin gerçekçi tepkiler vermesini sağlayan bu modellerin kıymetini yeniden anımsamak için de birebir.
Peki bu eski filmlerin dijital işlemlerle 3D’ye
dönüştürülmesinin ve tekrar perdeye gelmelerinin ne faydası var? Stüdyoların bir
film üzerinden defalarca para kazanma isteğine şırlamayı bırakalım önce. Sizin
de bir Jurassic Park’ınız olsaydı onu kim bilir kaç kez satardınız. 3D teknolojisi bu eski filmleri ilk kez perdede seyretme, görenlere de bir nostalji yaşama fırsatı sunuyor. Asıl odaklanmamız gereken belki de bu nokta. Aksi takdirde sırf 20.
yaşına girdi diye bu filmleri vizyona kimsecikler sokmaz. En azından Türkiye’de
sokmazlar. Yıllar önceki Abyss ve Aliens vakalarını anımsayalım. Filmlerin
uzatılmış kurguları ABD’de gösterime girdiğinde o kopyalar bize ulaşamadı ama o bahaneyle filmleri orijinal kurgularıyla yıllar sonra yeniden perdede izleme olanağı
bulabildik.
Bir filmi masaüstünde 3D’ye dönüştürmenin eksileri her zaman
tartışılabilir elbette. Jurassic Park’ın özellikle açılış sahnesinde, 3D
kamerayla çekilmeyip yazılımla 3D’ye dönüştürülen yeni filmleri aratmayacak
kadar başarılı bir dönüştürmeye tanık olsak da, aynı müdahale filmin 20 yılı
devirmiş dijital efektlerine hiç de adil davranmıyor, onları bulanıklaştırıp
puslu hale getiriyor. Filmi olduğundan daha karanlık hale getirmesi sebebiyle,
özellikle gün ışığında geçen aydınlık sahnelerde renk paletini bozuyor.
Yönetmenlerin bu dönüştürme işlemlerinde denetimi elden bırakmadıkları bilinse
de 3D’nin olumsuz etkilerini tümüyle engelleyebilmeleri mümkün değil. Jurassic
Park’ı temiz bir 35 mm. kopyadan orijinal haliyle izleseydik, belki de bu denli
eski görünmeyebilirdi.
Spielberg’in alan derinliğine yüklenen ve dönemin en
gelişmiş kameralarıyla adeta bir 3D yanılsaması yaratan kadrajlarının yazılım
uzmanlarının işini nispeten kolaylaştırdığını tahmin etmek o kadar zor değil. Ticari
kaygıları bir yana, 3D’yle yeniden gösterime sokulan filmleri, 10 yıllık bir
filme bile ‘ay eski film’ diyebilen hiperaktif genç kuşağa karşı bir itiraz
hareketi olarak da görmek, benimsemek mümkün. Klasikleri yeniden perdede
görebileceksek, devam bence. Filmi yeniden büyük perdede izlemek için tamam, ama özgün haline en yakın haliyle izlemek için Blu-ray'den şaşmam, derseniz de hiç kimse sizi suçlayamaz.
* Jurassic Park 3D 9 Ağustos’ta sinemalarda.