Korku Cevherleri #7 – Döner Merdiven / The Spiral Staircase (1946)
Yaşadığı bir travma yüzünden konuşamayan Helen korkunç halk masallarının mazlum kahramanlarını anımsatıyor. İnsan kılığındaki
kurtun evine habersizce yaklaşan kırmızı başlıklı kız misali, günlük güneşlik
New England sokaklarından çıkarak hasta bakıcı olarak çalıştığı malikaneye
yaklaştıkça hikayesinin üzerine kapkaranlık bir gizem perdesi çöküyor. Bastıran
yağmur o andan itibaren hiç dinmeyecektir, gökgürültüsü de.
Şehirde kadınları boğarak öldüren katilin varlığı ilk başta
malikaneye uzak bir tehditmiş gibi görünür. Karakterler gündelik işlerle meşgullerdir
ama yönetmen Robert Siodmak’ın seyircisine rahat nefes aldırmaya hiç niyeti
yoktur. Siodmak’ın neredeyse her sahneyi şüphe ve endişe uyandıracak biçimde kurgulaması,
katille başbaşa kalan kör / sağır kız kalıbının onlarca yıl sonra bir klişeye
dönüşmesi bir yana, hayranlık uyandırıcı bir film ortaya çıkarıyor. Helen’i
malikaneye yaklaşırken seyreden yağmurluklu karaltı, katilin ta kendisi olabilir
de, olmayabilir de. Fırtına yüzünden pencereler ve kapılar kendiliğinden
açılır. Ya birisi açıp içeri sızmışsa? Defalarca kapatılan pencerenin ısrarla
açılması “hayra alamet” değildir ne de olsa. Malikanede bir köpek de vardır ama
nedense pek suskundur. Sakın katili tanıdığı için olmasın? Fırtınada şemsiyesiz
yürüyüşe çıkan biri de pek tekin değildir hani.
Tıpkı bir Agatha Christie romanı gibi, malikanedeki hemen
herkes şüpheli davranır. Fırtına yüzünden koyu renk yağmurluklarla dolaşılan
bir yerde seyircinin katili herkesten önce belirleme lüksü de yoktur üstelik. Güçlü
atmosfer sayesinde en sıradan eylemler bile insanın yüreğini ağzına
getirebilir. Şarap mahzeninde odacının mumu bile bile söndürmesi, en az filmin
başında giysilerin arasından katilin dikizlemesi kadar ürkütücüdür örneğin. Yine
dönemin bir klişesi haline gelecek öğe de yerli yerindedir: Üst katta
yatağından çıkmayan ürkütücü yaşlı kadın! Huysuzluğuna rağmen Helen’i evden
uzaklaştırmak için özel bir gayret sarfeden bu kadın (harikulade Ethel
Barrymore) en gizemli replikleri sarfeder: “Yeni bir cinayet daha değil mi?
Söylemenize gerek yok, ben her şeyi bilirim.”
Tıpkı 30’larda Bela Lugosi filmlerinde, 80’lerde ise başta
Lucio Fulci korkuları olmak üzere İtalyan giallo’larında ȃdet haline geldiği gibi, dehşet
kamerası sık sık gözlere odaklanır. Döner Merdiven’in katilinin gözleri, ki
gerçekte aktörün değil yönetmenin gözleridir, Lugosi’ninkilerden kat be kat
ürkütücüdür. Dünya savaşının sinema üzerindeki taze etkileri bu ilk dönem
psikolojik gerilim örneğinde de hissedilir. Psikolojik tedavi şok tedavisi,
katilin motivasyonu ise ‘kusurlu kadınlara tahammül edememek’tir mesela. Buna
karşın, filmde, diğer dönemlerde kadın düşmanlığına kadar varan ‘aciz kadın
kurban’ şablonuna sıradışı bir önerme getirilir. Helen’in etrafındaki tüm
erkekler, baskıcı davranışlarıyla, katil olsunlar ya da olmasınlar, onun için
bir tehdit gibidir, bu yüzden de en ürpertici şeylerden bahsetse bile hasta
yatağındaki Mrs. Warren’ın yanında kendini daha rahat hisseder.
Gerçek bir korku klasiğine yaraşır biçimde film son 20
dakikasında doruk noktasına ulaşır. Mahzendeki cesedi bulan Helen, sinirleri
keman teli gibi geren çok yavaş bir planla en güçlü katil zanlısını kilere
hapsetmeyi başarır. Ama ya gerçek katil o değilse? Evin önünde onu götürmek
üzere her şeyden habersiz bekleyen at arabasına sağ salim yetişebilecek midir? Hepsinden
öte, çığlık atıp yardım isteyebilecek midir? Helen’i canlandıran Dorothy McGuire
film boyunca sadece bir kez çığlık atmayı başarıyor, çığlık sayısı yüzünden
değil de leziz performasnı nedeniyle onu dönemin ‘çığlık kraliçesi’ ünvanına
layık görmek o kadar da zor olmasa gerek.