Deliliğin sesi, çizgi romanların senfonisi - Bir Kara Şövalye eleştirisi
Kan Dökülecek filminin açılışında “Kötü bir şey bu tarafa geliyor!” diye haykıran o tuhaf ve gergin uğultuyu anımsıyor musunuz? Neredeyse aynısı Kara Şövalye’de de var. Deliliğin sesi (rahatsız edici bir kulak çınlamasının anfiye bağlanmış halini andırıyor) bizi tüm gazlamalara rağmen hazırlıksız yakalamayı başaran bu filmi, adeta ikinci bir tema müziği gibi sık sık ziyaret ediyor, seyircinin algısına kopmak üzere olan bir gitar teli gibi abanıyor sanki. Deliliğin sesini sadece Joker’in ortaya çıkmak üzere olduğu sahnelerde değil, Batman’in zıvanadan çıktığı anlarda da duyuyoruz. Bir de Dent’in nefes kesici dönüşümünde elbette...
Zaten bir çizgi roman uyarlaması
jeneriği sessiz sedasız açılıyorsa bu işte, olumlu açıdan, bir bit yeniği var
demektir. Nolan, perde açıldıktan sonraki ilk 10 dakikada, iki ana karakterini,
her tür hayran bakışından uzak bir mesafeyle sahneye çıkarıyor. Batman’in bir
kahraman olmadığını ilan edeceğini hemen anlamıyoruz belki, ama daha ilk
dakikalarda çakma Batman’lerle bize oyunlar oynayıp sonra da gerçeğini
fiyakadan alabildiğine soyutlayarak karşımıza çıkarıyor. Poz kesen bir Batman
arıyorsanız, yanlış filmdesiniz
Nolan’ın önceki Batman filmi de ürkütücüydü; ama burada daha ısırgan, daha dağlayıcı bir korkunçluk söz konusu. Kötü adamlar, muğlak geçmişleri veya grotesk makyajları nedeniyle değil, kaybedecek hiçbirşeyleri olmadığı ve ölümden zerre korkmadıkları için korkunçlar. Bruce Wayne’in ise kaybedecek çok şeyi, yani maskesi ve arada bir vazgeçiyormuş gibi yaptığı serveti var. Adalet ve düzen takıntısının sonuçları ise kan dondurucu. Yaptığı seçimler en az Joker’in tuzakları kadar çarpık bir zihniyetin ipuçlarını vermeyi sürdürüyor.
Film, hayranlık uyandırıcı bir ironiyle, muazzam bir dakiklik ve intizam duygusuyla gerçek bir kaosa doğru sürükleniyor. Kaos duygusu, görsel sanatlarda izleyicinin ne tepki vereceğini bilememesiyle açıklanır. Gerçekten de uzunca bir süre Batman, Joker’i ha yakaladı ha yakalayacak koşturmacasına kaptırmışız gidiyorken; bir anda kapanan köprüler, cinnetin eşiğindeki bir halk ve bomba yerleştirilmiş, kaderi de yolcuların vicdanına bırakılmış iki tekneyle karşı karşıya kalıveriyoruz. Her nasılsa güvenlik güçlerini bile karşısında buluyor Batman. Belli ki senaryo yazılırken, hatta kurgulanırken şaşkına döner miyiz dönmez miyiz diye hiç kimsenin endişesi olmamış; çünkü bunca hengame arasında Batman’in yeni oyuncaklarının teknolojik sunumu bile gerçekleşiyor. (Bir benzerini Daredevil’de görmüştük, ama yine de cep telefonu dalgalarına yarasaların görme mantığını uygulayan sisteme bayılmamak elde değil.
Çizgi roman sayfalarının anlatım
ritmini perdeye taşımak için daha önce farklı yöntemlere başvurulmuştu. Nolan,
burada sıçramalı kurguya benzetebileceğimiz, aslında TV dizilerinde de
kullanılan ama bu kadar incelikli uygulanmayan bir kurgu denemiş. Wayne bir
basın açıklamasında Harvey Dent’in (Aaron Eckhart) gözüpekliği karşısında
suskun kalıp Rachel’ı (Maggie Gyllenhaal) şaşırtınca, Rachel bunun hesabını şıp
diye Alfred’e (Michael Caine) soruveriyor. İki olayın geçtiği mekan ve zaman
farklı; ancak Nolan bu iki farklı sahneyi, şaşırtıcı bir süratle kaynaştırıp
bağlamış. Keza, kurguyu o kadar sıkı sıkıya örmüş ki, boşlukları hayalinizde
doldurmanıza fırsat bile vermiyor. Boşluklardan kastımız senaryo gedikleri
değil. Çizgi roman sayfalarında tek bir lüzumsuz kareye izin vermeyen ekonomik ince
ayarların aynısına başvurmuş. Kurgu masasında bir kronometre veya metronomla
çalışmış olmalılar herhalde.
Nolan, yetişkin çizgi romancı
kitlesini nasıl etkileyeceğini neredeyse matematiksel denklem hesabıyla çözmüş
görünüyor. Yalın set tasarımlarında fiyakadan eser yok, hiçbir karakter
yüceltilmiyor, yerin dibine de sokulmuyor, ahlaki açmazlarda hep bir bulanıklık
var. Aksiyonu süslemiyor, çok iyi planlamakla yetiniyor. En önemlisi de güçlü
bir hikayenin doruk noktalarına seyirciyi çıkarıp çıkarıp indirirken bir
orkestra şefi gibi davranıyor. Çizgi romanların bir senfonisi olsa, bu olurdu
kesinlikle. Bakın, süper kahraman filmi tanımlamasını hiç kullanmadım. Nolan’ın
filminin kolay bir tanımlamaya hapsolmaya hiç niyeti yok. Bu şövalyeyi
ihtirasla kovaladığı için ona minnettarız.
* Bu yazı ilk kez Empire Türkiye dergisinin Ağustos 2008 tarihli sayısında yayınlanmıştır.