Türkiye sularına uğramayan tekne



Gemileri yutan Bermuda Şeytan Üçgeni’ne benzer bir şey Türkiye’deki vizyon programının haritasında da var olsa gerek ki, müzik odaklı birçok filmin başına gelen şey, hatta neredeyse tüm İngiliz komedilerinin başına gelen şey “Rock’n Roll Teknesi”nin başına da gelmişti. Özel bir gösterimde ilk görüntülerini seyrettiğimizden beri en merak etttiğimiz film olmasına karşın, ortadan adeta kaybolmuştu. 

İngiliz polisine ve azraile bile külahını ters giydiren bir teknenin öyle kolay kolay hasır altı edilmesi, hele ki var olmayan film muamelesi görmesi mümkün mü? Nitekim filmin şöhreti öyle hızla yayılmıştı ki neredeyse görmeyen bir tek biz kalmıştık. İnternet ortamı filmi tavsiye ettikleri ve keşfetmelerini sağladıkları için birbirlerine minnet dolu teşekkürler sunan insanların yazdıkları blog sayfalarıyla doluydu! 


Haydi, iyice şaşırmanıza yol açacak bir şey daha söyleyeyim. Filmin senaristi ve yönetmeni, Türkiye’de de çok iş yapan ve çok sevilen “Love Actually / Aşk Her Yerde”nin yazarından başkası değildi. Eh, filmde korsanlar da var, denizden akın akın gelen güzel kızlar, güzel adamlar, seks ve rock’n roll da var, ters gidecek ne olabilirdi ki? Bir tek şey belki de. Herkesin kriz, salgın ve savaştan başka bir şey konuşmadığı bir zaman diliminde bu kadar toz pembe, iyimser ve neşeli bir film izlemenin insan sağlığına zararlı bir yanı olabilirdi! Hiç kimseye 60’lar ruhuyla umut aşılamanın alemi yok şimdi! Korkalım ve endişelenelim ki daha çok tüketelim, ekonomi canlansın!

Oysa Rock’n Roll teknesinde tüketilen tek şey müzik. Richard Curtis’in kendi kuşağındaki tüm müzikseverlerin tatlı anılarına adadığı film, ait olduğu dönem itibarıyla bize çok yabancı görünebilir. Ancak yasakçı ve baskıcı zihniyete biz de aşinayız, o yüzden anlamlı şeylerle dolu. Film, 1960’ların ortasında, devlet radyolarında haftada 45 saatten az pop müzik çalındığı için bir tepki olarak açılan korsan radyoların yükselişini ve bu radyoların bir kuşağın müzik zevkini nasıl değiştirdiğini belgeliyor.

Korsan radyolar, açık denizde demirlemiş teknelerden yayın yaptıkları için hiçbir yasayı ihlal etmiyor, bu yüzden de kapatılamıyorlar. Ancak yayımladıkları müziğin “kabul edilemez” ve “ahlaksızca” oluşu yüzünden, DJ’lerin günlük konuşma diliyle ve argoyla yayın yapması nedeniyle devlet büyüklerinin şimşeklerini üzerlerine çekiyorlar. Üstelik tam 25 milyon insan, devlet radyolarını değil, soluksuz bu radyoları dinliyor.

 Korsan radyoların saltanatı çok uzun sürmemiş, çünkü “Denizcilik İhlal Yasası” diye bir yasa icat edilerek tepelerine binivermişler. Ne var ki yayın yaptıkları dönemde İngiliz müzik tarihine de damgalarını vurmuşlar. Beatles ve Rolling Stones gibi grupların yükselişinde payları olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Yönetmen Curtis de, radyoyu yastığının altına saklayarak dinleyen ve bir şeye karşı geldiği için heyecanlanan sayısız çocuktan biri. Buna karşın, filmin bir dönem filmi gerçekliği ve doğruculuğu taşımak gibi bir kaygısı yok. 

Radio Rock teknesinin mürettebatı ile Posta Bakanı Alistair Dormandy (Branagh) arasındaki kedi fare oyunu gerçek. Sadece iyice karikatürize hale getirilmiş o kadar. Hatta Özel Suikastçı ünvanıyla tekneye sızıp sabote etmeye çalışan Dominic Twatt (Davenport) karakterinde de gerçeklik payı var. Teknedeki evlilik töreni de doğru, ama balayı gecesinden sonrası kurgu. Hatta filmin bütçesinin büyük kısmını yutan tüm final sahnesinde de birçok şey doğru. Ama film bir “The Doors” olmaktansa, daha ziyade “M.A.S.H”, “Animal House” ve “Almost Famous / Şöhrete Bir Adım”ın bir harmanı gibi görünüyor. Zaten öylesine deli dolu bir kurgusu var ki böyle bir dönemin yaşandığına bile inanmak neredeyse imkansız. 

M.A.S.H ve Animal House benzetmeleri bizzat yönetmenin kendisine ait. Filmin çatısını kurarken bu filmlerin kopuk yapısını ve tatlı kaçık espri anlayışını örnek almış. Karakterlerin manik kıvamı öyle iyi tutturulmuş ki, biraz eli kaçsa sanki tahammül edilmez bir şeye dönüşebilirmiş. Abartının dozunu kaçırmaya fevkalade meyilli Bill Nighy bile adeta akışkan bir performansla döktürüyor yine. Filmde her şey, tıpkı bir radyo yayını gibi, net, kesin ve ekonomik. En önemlisi de bulunduğunuz zaman ve mekanı unutturacak kadar etkili bir atmosfer kuruyor. Hem de rahatlığına doyum olmayan bir atmosfer bu. Burada Amerikan filmlerindeki birçok kompleksin izine rastlamanız pek mümkün değil.
Kısacası Curtis, radyo dinleyen o çocukların “fiyakalı abiler gibi olma” özentisini ya da “o abilerle beraber olma” hayalini o kadar iyi aktarıyor ki, öyle ya da böyle, kendi ergenlik fantezilerinizi saklandıkları yerden çıkaran birşeyler yakalamanız mümkün oluyor.  

The Boat That Rocked / Rock'n Roll Teknesi'ni izlemenin verdiği his neredeyse nadir bir plak koleksiyonuna rastlayınca yaşanan sevince denk. 

* Bu yazı ilk kez Sinema dergisinin Kasım 2009 tarihli sayısında yayınlanmıştır. 
 

Popüler Yayınlar