Eleştiri: Dünya Savaşı Z / World War Z (2013)
Zombiler silahsız oldukları halde, alt tarafı et ve kemikten
ibaretken niçin korkunçtur? En temel yanıt, mezarda çürümeyi anımsattığı
içindir. Bir de kalabalıklardır, hem de çok kalabalık. Zombi kıyameti filmlerinde
medeniyet, insanlığın yarattığı ve inandığı tüm sistemlerle beraber bu yüzden
çöker. Karşımızdaki filmde de işte bu çoğunluk matematiğinin ürkütücülüğü bütünüyle ön plana alınmış, ama denklem kurulurken bazı zihin sürçmeleri yaşanmış.
Mesela, olasılık hesaplamalarında
uzman olmanıza gerek yok, eğer bir virüs insanı 12 saniyede hareket eden ve her
şeye saldıran bir kuduza dönüştürseydi, hele ki salgın bu denli beklenmedik
biçimde patlak verseydi, insanlığın günlerce direnecek fırsatı bile olmazdı.
Zombi filmlerinde bugüne dek kelimenin tam anlamıyla ağırdan alınmasının sebebi
biraz da bu mantıktır, sadece teknik imkanların yetersizliği, düşük bütçe
değil. Zombiler devasa duvarları bile aşıp geçen bir derya olarak
betimlendiğinde etkileyici bir görüntü ortaya çıkıyor çıkmasına, ama bu
görkemli aşırılık için ödenen bedeller bir korku filmi için pahada ağır
sayılabilir. Galiba Z, bir felaket filmi olmayı korku filmi olmaktan daha fazla
önemsiyor.
Korkunun mahremiyetinden olsa
gerek, korku filmleriyle görkem ve büyüklük hissi pek bağdaşmaz. Bu yüzden
filmin en parlak anları, Dünya Sağlık Örgütü binasında geçen nispeten klasik ve
küçük sahnelerle gerçekleşiyor. Sadece daha klostrofobik bir ortam kurulduğu
için değil, kendilerini savunabilecek durumda olan kahramanlarına bir tür
‘savunma’ yasağı konulduğu için de. Sıkıysa ses çıkar, tüm plan alt üst. Bu
bölümdeki sahnelere bakılırsa Avrupa bir kez daha kıyameti sakin atlatıyor. Lars von Trier'in Melankoli'sinde insanlar dünyanın batışını bahçede oturarak bekledikten sonra hiç şaşırtıcı gelmiyor.
Filmdeki zombilerin seleflerinden
tek farkı böcek istilasını andıran görüntüler yaratmaları değil. Buradaki
enfekte olmuş insanlar kurbanlarını parçalamıyor, yemiyorlar. Isırıp öldürmekle
yetiniyorlar. Virüsün taşındığı bedenler teoride ölü, ancak patojen tıpkı
Resident Evil serisinde olduğu gibi içgüdüsel belirtiler gösteriyor, yayılıp
barınacağı yeni bedenler arıyor. Milyonlarca zombinin açıklaması bu.
“İçlerinden birini öldürdün mü
diğerleri daha da öfkeleniyor.” Filmin kilit diyaloglarından biri bu. Z’de
kontrol edemediği şeyden korkan otoriteyi de görüyorsunuz. Bu kurgusal tabloda
tüm medeniyet çökerken askeri güç nispeten ayakta kalıyor. İdari birimlerin
bile devre dışı kaldığını "onların artık yetkisi yok" repliğinden anlıyoruz. Zombi
filmlerinin çoğu, silahlı kuvvetler de dahil hiçbir gücün işe yaramadığı
bir çaresizlik atmosferinden gücünü alırken, Dünya Savaşı Z, askeri gücü ayakta
tutuyor ama güvenilmez oluşuna dair kuşku tohumunu ekmekten de geri durmuyor. Bir
yanda, muazzam bir kaos yaşanırken bile kontrolü yitirmeyen, zombileri panikle
kaçışan insanlardan ayırt ederek vurmayı başaran askerler görüyorsunuz. Fevkalade
iyimser. Diğer yanda, donanmanın, hemen imtiyazlı bir grup insanı alarak
okyanusun ortasında konuşlandığını görüyoruz. İmtiyazın kimlere tanındığı
belli. Arada ‘Albayım sizi oradan alamayız, ne haliniz varsa görün’ mealinde
konuşmalar geçse de manzara ortada.
Gelgelelim askerler pek mağrur,
hata yapıyorlar ama küçük düşmüyorlar. Kuşku tohumları, mesafeli duruş yerli
yerinde gibi, ama seyircinin militarizme olan sarsılmaz inancından
beslenildiği, onunla da yetinmeyip o inancın pekiştirildiği de gözden kaçmıyor.
Bu elbette askeri propaganda amacıyla yapılmıyor. Popüler sinemanın yerleşik
mantığına sinmiş açıklama kolaycılığı nedeniyle kalıpları kıramayışlarından
kaynaklanıyor. Kısacası, filmin ‘silah çözüm değildir’ önermesini güçlendirmek
için ‘ayağı kayıp düşen bilimci’ sahnesi gibi çarpıcı sahnelere daha fazla
ihtiyacı var. Hele ki seyircisini ‘savaşmak gerekiyorsa savaşın’ repliğiyle
uğurlayan bir filmse. Üstüne yetinmeyip bir de şunu ekliyorsa: ‘Savaş yeni
başladı!’ Elinize gözünüze dursun demezler mi? Dünya neredeyse toplu mezarlığa
dönüşmüş bunlar hâlâ savaş lafı ediyor.
Ve gelelim şu İsrail meselesine.
Hiç yorum yapmadan şu kadarını aktarmalı: Meğer İsrail böyle bir kıyameti
öngördüğü için Kudüsü devasa duvarlarla çevrelemiş. Bakın şimdi de herkesi din
ırk ayrımı yapmaksızın o yıkılmaz kalenin içinde topluyorlarmış. Filmin
World War Zion’a meylettiği bu kısım insanı koltuğunda şöyle bir dürtüyor,
diken üstünde oturuyorsunuz, ama tahmin edeceğiniz gibi öyle gerilim aksiyon
yüzünden falan değil. Kaynak eserdeki izole edilmiş toplumlar eleştirisinin buradaki manzarayla çok iyi biçimde yansıtıldığını iddia etmek fazla iyimserlik olur. Tam aksine duvarlar örmeyi mazur gösteriyor sanki. Tüm İsrail girizgahından, bakın o duvarlar örülüyorsa birilerinin bildiği vardır, hepimizin iyiliği içindir anlamı çıkmıyor mu? Surların işe yaramazlığı kanıtlansa bile bu 'masum' açıklamanın gölgesi baki kalıyor. Bir de altyazı meselesi var ki o daha vahim. Filmde her
ülke ve şehrin adı geçiyor. Boston var, Kore var, Newark var, Hindistan var,
ama Kudüs ile İsrail her anıldığında altyazılara Ortadoğu olarak yansıyor. Ardındaki
sebep nedir, herhalde sadece çevirmenin kendisi açıklayabilir.
Meşhur ailemizi de unutmayalım tabii. Belli
ki son dönemde sinema dışındaki görsel medyada ve korku edebiyatında çocuk
karakterlerin nasıl betimlendiği, nasıl olumlu bir değişim geçirdiği gözden kaçmış.
“Çocuktur korkar ağlar zırlar, yanağını öpersin battaniyesini verirsin susar”
kalıbı dramatik açıdan sizi hâlâ tatmin ediyorsa sorun yok. Bunun bir de
endişeli, ama hep endişeli anne / eş kanadı var. Ondan da bıkmadıysanız işiniz
kolay. Gerry (Pitt) ailem diyor başka bir şey demiyor. Olasılık hesabı güçlü
bir karakter. Yeri geliyor, düşen bir uçaktan kurtulma payına güveniyor,
hareket halinde olmaya inandığı için. Savaşlarda öyle görmüş. Duranlar ölmüş,
hareket edenler yaşamış. Aynı askeri mantık, süper kahramanlık zorlaması falan
değil. Gerry’nin tümden tozuttuğu bir an da var: “Ailen yoksa benim çektiğimi
nerden anlayacaksın,” diyerek bir bilim adamına çıkışıyor. Gerçi sonra utancından
yerin dibine de giriyor ama biz soruya ve filmin nasıl başladığına, nasıl
gittiğine, son cümleyi nasıl bağladığına bakalım. Bir de market sepetini gözden
kaçırmayalım lütfen. Market sepeti metaforu artık eskimedi mi kuzum?
Sepet ve aile. |
Filmde görünen manzara kaba
hatlarıyla böyle. Kaynak eseri okuyanlar sığınabilecekleri daha ılımlı limanlar
bulup filmin hatalarını daha kolay görmezden gelebilirler muhtemelen. 3D mümkün olduğunca etkin kullanılıyor. Özellikle de kameraya doğru ham ham yaparak saldıran zombiler söz konusuyken koltukta sıçrama garantisi var. Yürüyen Ölüler
ve 28 Gün Sonra serilerindeki insani derinlik, koşullar sertleştikçe renk
değiştiren açmazlar ise bu filmde yok. Beri yandan, daha tatsız zombi filmlerinde
rastladığımız “zombiyi vur, bir sonraki alana ilerle, ilk iki adımı tekrarla” monotonluğuna
da düşmüyor. Zombi filmlerinin çağa ayak uydurarak hep hızdan ve
acelecilikten beslenmeye başlaması bu filmle doyma noktasına ulaşıyor. Türün
hayrı için burada durup artık tekrar yavaşlamaya başlamakta fayda var.
Peki unutulmaz bir yanı hiç mi
yok, var. Muse’un yeni albümündeki ‘2nd Law: Isolated System’ parçası filme
tema müziği olarak döşenmiş. Yapımı klasik zombi filmleriyle göbekten bağlama görevini
tümüyle bu parçanın sırtlanması ayrıca ilginç. Ama galiba bu da Muse’un kendi güzelliği.
* Dünya Savaşı Z, 21 Haziran’da
vizyonda.