RETRO BELGESEL #1 - Superman: The Movie (1978)


Bir insanın uçabildiğine bu filmle inandık, çok sevdik, hâlâ da seviyoruz. Onu Lois Lane’le New York semalarında uçurmalarına, dünyayı tersine döndürmelerine, peruklu Luther’e ve feci devam bölümlerine rağmen… Bu yazı Superman: The Movie’nin yapım sürecine az bilinen ayrıntılarıyla ışık tutuyor. 14 Haziran'da gösterime girecek Man of Steel'den önce hazırlık niyetine...





Donner’ın çeyrek asırı deviren filmi aslında tekrar izlemek için bahane gerektirmiyor. Bryan Singer’ın kendi Superman’iyle içimizin yağlarını eritmeye hazırlanırken X-Men setinde yaptığı gibi her gün izlemesek de başucumuzda özel bir yeri var. Donner’ın adı anıldığında bir kuşağın aklına ilk önce Çelik Adam'ın geldiği düşünülürse aynı şeyi yönetmen için de söyleyebiliriz. Bu onun dönüm noktası. Ama hikayenin öncesi de var.

Öyle bir dönem düşünün ki, hiç kimse çizgi romanlara el atmıyor. Yıldız Savaşları görkemli çıkışını henüz tamamlamış. Hiç kimse kostümlü bir süper kahramanla seyirciyi ikna etmeye çalışıp gülünç görünmek istemiyor. O kahraman ki; Amerika'nın süper güçlere sahip ilk kostümlü kahramanı olmasına rağmen kanlı canlı hali en son TV’de kalmış, şanına yaraşır bir sinema filmi görememiş. Eğreti bir kostümle oradan oraya zıplayan bir insan olarak anımsanıyor.

İşte çizgi roman uyarlamalarının eğlenceli ama zevksiz ve ucuz görünümlü “kamp” anlayışıyla beraber anıldığı bu dönemde iki kardeş çıkıyor, Superman’i sinemaya aktaracağız diye tutturuyor. Yıl 1977. Bu hırslı kardeşler, Alexander ve Ilya Salkind. İsimleriyle müstesna kişilikler olarak filmin bir epiğe dönüştürülmesine ta en başından kararlılar. İstedikleri en son şeyse, Batman’in 60’lardaki TV dizilerine benzeyen bir iş ortaya çıkması.

Madem ki bu denli çekiniyorlardı şart mıydı, diye sormak mümkün tabii. Superman’in çizgi roman serüveninin başlangıcı nasıl ki I. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasına denk düşüyorsa; toplumsal güvensizliğin doruğa tırmandığı, teknolojik gelişmelerin yeni bir savaş korkusunu körüklediği 70’lerin sonu da bir Superman filmi için en uygun zamandı. Felaket filmleri bu korkuyu sömürmüştü, şimdi biraz umut aşılamanın tam sırasıydı.

      Paranın açamadığı kapı
    
O dönemdeki hemen her Hollywood yapımcısı gibi, Salkind kardeşler de kesenin ağzını açmanın ve prestijli isimleri kadroya doluşturmanın bir filmi görkemli kılmaya yeteceğini düşünüyorlardı ne yazık ki. Ne istemediklerini biliyorlardı bilmesine ama projenin şekillenmesine yetecek yaratıcı fikirleri yoktu. Bu yüzden stüdyoların hiç yanaşmadığı bir ‘tersine anlaşma’ya [negative pick-up deal] bile tamam demişlerdi. Bunun stüdyo sistemindeki anlamı şuydu; paranız varsa senaryoyu yazdırın, kadronuzu oluşturun, bir yönetmen ve başka kim lazımsa onu bulun, filminizi yapıp getirin, biz de alalım. Bu tür bir anlaşmanın şöyle bir tehlikesi vardı; eğer tanınan süre ve bütçe aşılırsa sorumluluk tamamen yapımcılara aitti, stüdyo kılını bile kıpırdatmazdı. Yapımcılar iflas bayrağını çekse, ortaya berbat bir film çıksa bile, düşenin elinden hiç kimse tutmazdı. Bu korkunç rüyaların bir kısmı, istisnalarını da yaratarak gerçeğe dönüşecekti.

Salkind’ler hemen ağır toplara yüklendiler; diğer bir deyişle, dönemin en tanınan isimlerine. Senaryo için Mario Puzo’dan başkasını düşünmüyorlardı. Puzo imzası,  Superman adını taşıyan bir filmin yaratacağı önyargıya karşı güvenilirliğin tesciliydi. Filmin diğerlerinden farklı olacağının mesajını verecekti. Her zaman kalemine kuvvet bir yazar olan Puzo, hızını alamamış ve iki filmlik bir senaryo yazmıştı. Korkunç rüyaların ilki gerçek olmuştu. 90 ila 110 sayfalık senaryolar standart kabul edilir, 110-120 sayfalık olanları ise bir terslik olduğunun sinyallerini baştan verirken, Puzo’nun senaryosu tam 550 sayfaydı!

David Newman, Leslie Newman ve Robert Benton bu devasa taslağı toparlamaya uğraşırlarken, Salkind’ler epik boyutunun öteki kısmını sağlamlaştırmakla meşguldüler. Yani Marlon Brando ve Gene Hackman’ı kadroya dahil etmek. (Bu arada, ‘pelerinli herifi’ kimin oynayacağını hâlâ bilmiyorlardı.) Bu iki ismin seyircilere şu mesajı ileteceğine inanıyorlardı: “Bu bir TV dizisi ya da çizgi roman değil, çok büyük ve özel bir film.”

Basında ses getirmesine bakılırsa projenin büyüklüğünü ispatlayan şey gerçekten de Brando’nun kadrodaki yerinin kesinleşmesiydi. Nasıl ses getirmezdi ki? Sadece iki haftalık çalışma süresi için aldığı 3.7 milyon dolarlık ücret, sektörde bir dünya rekoru sayılıyordu. Brandon, demeçlerinde yansıttığı “niye almayacakmışım ki?” şeklindeki kibirli tavrını sette de koruyacak, hatta repliklerini ezberlemeyi reddedecekti.
    
Gönülsüz büyükler liginde sıra Hackman’ın ikna edilmesindeydi. Hackman, 2000 tarihli bir söyleşisinde role niçin sıcak bakmadığını anımsarken; “Ciddi aktör izlenimini lekelemekten korkuyordum,” diyor. “Luther’i bir çizgi film karakteri olarak görüyordum. Onu nasıl gurur duyabileceğim bir şeye çeviririm diye düşündüm.” Aynı Hackman’in, serinin yüz karası Superman IV’te oynamayı kabul ettiğini unutmayalım.
     
Hackman, sete takıntıları ve kaprisleriyle beraber gelmişti. Önce bıyığını kesmeye yanaşmadı, sonra da kafasını kazıtmaya. Bu yüzden film boyunca tuhaf peruklarla dolaşan bir Luther portresi çizdi. Filmin en sonunda kel görünmeye, o da makyaj hilesiyle, razı gelmişti; ama biraz geç kalınmıştı.
     
Bir Pazar sabahı, uygunsuz bir vaziyetteyken Ilya Salkind’den aldığı emrivaki telefonla (Superman’i yapıyorum ve senin yönetmeni istiyorum. 1 milyon dolar ödeyeceğim) projeye dahil olan Donner için, kadro sürecinde teklife hemen evet diyen yegane kişi diyebiliriz. İlk tercih edilen yönetmen Guy Hamilton’ın İngiltere’deki yasaklı konumuna kıyasla, Donner’ın önündeki tek kısıtlayıcı koşul, iki filmi aynı anda çekecek oluşuydu.
      
Donner’ın ilk işi, senaryo taslağını Tom Mankiewicz’in şifalı ellerine teslim etmekti; çünkü Puzo’nun taslak diye sunduğu devasa metin, dönemin gözde malzemesi olan felaket filmi kalıplarından beslenmeyi ihmal etmeyerek akıllıca bir taktik uygulasa da, kastedilenin tam aksine alabildiğine “kamp”tı, bir parodiler parodisiydi. Şansa bakın ki Mank’in de ikna edilmesi gerekiyordu. O da bıkkındı ama eski iş ortağına hayır diyememiş ve onun talep ettiği radikal değişiklikleri uygulamaya koyulmuştu. İncil’den fırlamış gibi duran Kripton tasvirini metne ekleyen kişi Mank’ın ta kendisidir. Orayı bir kristalin içi gibi göstermeyi önererek fikri tamamlayan da yapım tasarımcısı John Barry idi.
     
     Verisimilitude
     
Oysa asıl büyük sorun hâlâ çözülmemişti. Superman’in görünümüne ve oyuncu seçimine yönelik tatminkar bir çözüm yoktu. Salkind’ler Redford ve Newman gibi isimlere gitmek istiyorlar, Donner ise “Superman’in uçabilen gerçek bir adam olduğuna seyircileri inandıramazsak çizgi romandan ibaret kalır,” diyerek karşı çıkıyordu. Yönetmen, “verisimilitude” adını taktığı bu düsturu yapım boyunca koruyacaktı. Şu anlama geliyordu: Gerçekçi göstermeye çalışma, durumun kendi gerçekliğini yarat.
      
Deneme çekimlerine katılan pek çok “ünsüz” isimden biri olan Christopher Reeve, ilk repliğini [İyi akşamlar, Miss Lane] o kadar doğru bir tonlamayla okur ki şüpheye yer bırakmaz. Reeve, hem oyunculuk kabiliyeti hem de atletik görünümüyle role uygun olmasına rağmen aday yığınının hep en altına itilmişti. Bugün kulağa inanılmaz geliyor ama yapımcılar ona gönülsüzce onay vermişlerdi. Aktör, filmin en çok uğraşılan teknik hilesi olan uçma efektlerinin inandırıcılığına katkısıyla bu tereddütün ne kadar boşuna olduğunu çok geçmeden gösterecekti. Kızak pilotluğu tecrübesi olan Reeve, vücudunu aerodinamik biçimde tutmayı biliyordu.
     
Sette özel bir motto geliştiren tek kişi Donner değildi. Reeve, Clark Kent’in nasıl görünmesi gerektiği konusunda Cary Grant’i örnek almıştı. Superman’e sıra geldiğindeyse kuralı şuydu: “Böbürlenip poz verme. Bırak kostüm işini yapsın.”
     
Sete kovboy çizmeleri ve şapkasıyla gelen Margot Kidder’ı ikna etmekte güçlük çekecekti yine de. “Bu cılız şey mi Superman?” diye düşünür Kidder. “Ne biçim film bu?” Lois Lane rolünü gözünde çok büyütmeyen ve yapmacıksız tavrıyla rolü kapmayı başaran Kidder günde 10-12 saati bulan uçma sahnelerinde ölesiye sıkılınca sonradan pişmanlık duyduğunu da itiraf edecekti. Devam bölümlerinde tek işlevi “İmdat” diye bağırmak olan bir karaktere dönüşmek kadar sıkıcı değildi ama.
    
     Mucizeyi gerçek kılanlar
    
24 Mayıs 1977’de kameralar dönmeye başladıktan sonra “tersine akit”in kâbusları birer birer gerçekleşir. Çekimler 19 aya şişer. Harcamalar o güne kadar ki en yüksek rakamlara ulaşmış, ikinci filme para kalmamıştır. Salkind’le gırtlak gırtlağa gelseler de Donner istifa etmek yerine bebeğine dört elle sarılır. Neyse ki mahvoluşa seyirci kalamayan Warner Bros. destek çıkar da hız kesmeden yola devam ederler. Bu destek karşılığında WB, filmin televizyon ve uluslararası gösterim haklarını yan cebine koyuvermiştir. İkinci filme aynı desteği gösterip göstermeyecekleri ise ilk filmin kaderine bağlıdır.

Donner, kendi alanlarının en yetkin isimleriyle çalıştığına hâlâ minnet duyuyor: İki üç kez setten kovmasına rağmen “sağ kolum” diye andığı ve ayrılamadığı kurgucusu Stuart Baird’e, çekimler biter bitmez ölen ve galayı asla göremeyen görüntü yönetmeni Geoffrey Unsworth’e (Smallville asla bu kadar güzel görünmedi); kendini çok ciddiye almayan bir filmin ruhuna uygun bir müzik bestelediğini söyleyip mütevazı davransa da sinema tarihinin en meşhur notalarına imza atan John Williams’a (dikkatli dinlenirse Superman kelimesinin duyabileceği iddia ediliyor); minyatür modellemede mucizeler yaratan Derek Meddings’e (sel baskını sahnesindeki evler gülünç görünse bile); optik efektlere getirdikleri pratik çözümlerle günü kurtaran teknik sihirbazlar Les Bowie, Colin Chilvers ve Roy Field’a (ofisin penceresinden atlayıp kostüm değiştirme sahnesi doğru sonuç vermese de) ve elbette rolüne içsel katkılarıyla çağdaş bir süper kahramanın perdede nasıl görünmesi gerektiği hususunda şablon oluşturan Reeve’e...

Tam özgün adıyla Superman Filmi, bir umudun simgesiydi, Amerika’nın masum yanı popüler kültüründeki bu sarsılmaz imgede yatıyordu. Alelacele ‘78 yazına yetiştirilmek istenmesi yüzünden deneme gösterimi yapılamamıştı ama kusurlarına rağmen sevilen bir film olmuş, seyirciler bu umuda sarılmışlardı. Tıpkı Reeve’in birgün yürüyebileceği umuduna ve hayata  ölene dek sarıldığı gibi. Şimdi lütfen, çocukluk hayallerimizi gerçek kılan ama hayatta olmayan tüm sihirbazlar için 146 dakikalık saygı duruşuna....
     

SUPERMAN KRONOLOJİSİ
Salkind’lerin ölesiye çekindiği “kamp” ruhunun devam bölümlerinde kademe kademe artmasını yorumsuz bırakıp neler olduğunu hızlıca anımsayalım mı? 

İKİ (1980)
Kısaca: Superman’in, güçlerinden feragat ettiği bölüm.

Ana fikir: Amerika diz çökmez.
  • Dünyayı kurtarmak için uzaya fırlatılan hidrojen bombasının sismik dalgaları Phantom Zone’u parçaladı ve hükmetme meraklısı üç esir Kriptonlu serbest kaldı.
  • Louis, Clark’ın Superman olduğunu anladı; ispatlamak için kendisini azgın nehre bıraktı, ıslanmakla kaldı.
  • Luther hapisten balonla kaçtı.
  • Hafıza silen süper öpücük.

ÜÇ (1983)
Kısaca: Superman’in kötü olduğu bölüm.
Ana fikir: Bilgisayarlar fenadır. Sigara zararlıdır. Alkol de öyle.
  • Bir gölü dondurup dev bir but kütlesine dönüştürerek kimyasal yangını söndürdü.
  • Smallville’de eski mezunlar balosuna katıldı.
  • Luther’in yerini, iklim kontrolüyle güç elde etmek isteyen Webster aldı.
  • Bilgisayar moronu Richard Pryor süper bilgisayar inşa etti.
  • Laboratuvarda suni yollardan kriptonit yapıldı. Ama bir malzeme eksikti. Yerine katran kondu. 
  • Kötü Superman’in gafları: Pisa kulesini düzeltti, köprü kazasına yetişemedi, olimpiyat meşalesini söndürdü, bir tankerin yakıt deposunu parçaladı, seks yaptı. 
O da 22:00'den önce içiyor! 
DÖRT (1987)
Kısaca: Superman’in BM binasında konuştuğu bölüm.
Ana fikir: Nükleer güç fenadır.
  • Luther yeğeni tarafından hapishaneden kaçırıldı.
  • Superman’in müzede sergilenen saç telinden, nükleer enerji ve klon teknolojisi kullanılarak güneş enerjisiyle çalışan Nükleer Adam yaratıldı.
  • Nükleer Adam’la Superman’in Ay yüzeyinde çatıştığı sahnelerde Godzilla’nın ses efektleri kullanıldı.
  • Superman, Ay yüzeyine çivi gibi çakıldı.
  • İyi Superman’in gafları: Çin Seddi’ni bakışlarıyla onardı, yanardağı tıpayla kapadı, Lois’in hafızasını yine öpücükle sildi.


İŞTE O SÖYLEŞİ...
Lois Lane’in Superman’le yaptığı resmi söyleşinin söyleşinin tam metni müstehcen olduğu gerekçesiyle Daily Planet’te sansürlenerek yayımlandı. 

1)      Evli misin? / Hayır.
2)      Kız arkadaşın var mı? / Yok.
3)      Kaç yaşındasın? / Reşitim. (Bilinmiyor)
4)      Boyun kaç? / 1.95
5)      Kaç kilosun? / 100 kg. civarı.
6)      Diğer vücut fonksiyonların normal mi?
7)      Yemek yer misin?
8)  Her şeyin içini gördüğün doğru mu? / Kurşunun ötesini göremem.
9)      İç çamaşırım ne renk? / Pembe.
10)  Pembe sever misin? / Evet.
11)  Uçma hızın ne? / Hiç ölçmedim. Beraber ölçelim mi? Seni uçururum.

Kaynak: Daily Planet Arşivi – Superman’le Bir Gece / Lois Lane


SÜPER RAKAMLAR

  • Gişe rekortmenliğini hiçbir filme bırakmadığı hafta sayısı: 13
  • Reeve’in Superman kostümüyle ilk kez göründüğü an: 48. dakika
  • Kameramanın camdaki yansımasının göründüğü an: 52. dakika
  • Yansımalı Kripton kostümleri için özel alaşımlı bir madde geliştiren firma: 3M
  • Larry “Jr” Hagman’in konuk oyuncu olarak göründüğü an: 89. dakika
  • Helikopter sahnesindeki tehlike katsayısı: 2 (Double Jeopardy kuralı)


MANCINIK GÜCÜ
Superman her filminde birşeyleri çok uzaklara fırlatmayı seviyor.

I-                   Rugby topu, füze.
II-                Eyfel kulesinin asansörü, General Zod.
III-              Kendisi ve ciddiyet.
IV-             Beyzbol topu, füzeler.


* Bu yazı 2006'da Film+ dergisinde yayımlanmıştır. Yazıdaki bilgilerin büyük bölümü Superman:The Movie Special Edition DVD'sinde yer alan belgesellere dayanmaktadır.

    
       



Popüler Yayınlar