Eleştiri: Man of Steel (2013)
Hani Superman için bazen ‘uzaydan gelen adam’ deriz ya, işte
bu film onu tümüyle dünyaya ait kılmak, o uzaylı kimliğinden mümkün olduğunca
sıyırmak için çekilmiş. Bunu kahramanın sinema serüveninde daha önce
rastlamadığımız düzeyde bir empatiyle başarmaya çalışıyorlar. Filmin Kal-El’in doğumuyla
açılması, ilk bakışta önceki filmlerde rastlanan ağdalı anlatımın bir uzantısı
gibi görünüyor. Oysa hikayenin bütününe bu empati düzeyinden baktığımızda çok
anlamlı.
Kal-El, Kripton gezegeninde belki de asırlardan beri rastlanmamış
bir mucizeyle doğuyor. Doğal yöntemlerle dünyaya gelen ilk bebek. Kripton
medeniyeti ve gezegenine dair yine sinemada duymadığımız birçok veri bulunuyor.
Çizgi romanı büyük sadakatle takip edenler duymuş olabilir elbette. Kripton’da
bireyler toplumsal ihtiyaçlara göre sınıflandırılarak, bir nevi programlanarak
doğum havuzlarında üretiliyor. Savaşçı olarak doğdularsa kendi kaderlerini
tayin etme şansları yok. Kal-El’in doğumu Kripton’a hür iradeli birey kavramını
yeniden aşılayacak bir umudu temsil ediyor. Tam da gezegen ölüm sinyalleri
veriyorken yeşermiş bir umut. Kripton ırkının yeniden inşasını mümkün
kılabilir. Ne var ki, savaşçı sınıfına mensup General Zod liderliğindeki bir
grup asi, kurtuluşu askeri darbe harekatıyla seçkin bir zümreye mal etmek
istiyor. Zod’un bu doğal yolla dünyaya gelmiş bebeği öğrenince ‘sapkınlık’
olarak nitelemesi tüm filmin kilit noktası sayılabilir; çünkü baştan sona hür
iradeli bireyle despotluğun çatışmasını izliyoruz.
Clark insanların arasındaki yerini ve anlamını etrafındaki
herkesle birlikte sorguluyor. Çocukluğu ve gençliğindeki bazı kilit olayları
önceki filmlerin aksine çizgisel akışla aktarılmıyor, birer anı silsilesi
olarak yeri geldikçe asıl hikayeye ekleniyor. Çok isabetli bir tercih. Gerçi
buna rağmen pelerinli Superman’i perdede görmemiz yine neredeyse 1 saati
buluyor ama olsun. Geçen süre zarfında yaşadığı açmaz sadece ‘kostümü giysem mi
giymesem mi?’den ibaret değil. İnsanları korkutmaktan ve dışlanmaktan endişeleniyor.
Tanrının bir işareti, hatta onun ta kendisi olarak görülmekten de. En çarpıcı anlardan
biri, Jonathan Kent’in ona asıl ebeveynlerini kast ederek “Bir anne baba olarak
seni buraya gönderebildilerse bir sebebi olmalı,” demesi. Doğaüstü güçlerine
rağmen Clark’ın kibirli bir canavara dönüşmemesi buna benzer empati anlarıyla,
zarif biçimde yanıtlanıyor. Bu arada Jonathan Kent’in dramatik ölümü filmin
görkemine uygun hale getirilmiş, etkisini zedelemeden.
Doğaüstü güçlerle şov yapmanın artık pek cazibesi yok. Seyirciyi
bu konuda etkilemeye çalışmak neredeyse nafile. Bu yüzden Superman’in burada
güçlerinin sınırlarını henüz keşfeden bir karakter olarak betimlenmesi de çok
yerinde. Çelik Adam lakabı boşuna değil, adeta tavında dövüle dövüle,
örselenerek ve hırpalanarak gelecekteki sarsılmaz imajına kavuşuyor. Öyle böyle
hırpalanmak değil hani. Wolverine ya da Hulk misali öfke yönetimi sorunu çeken
süper kahramanlar gibi defalarca avaz avaz haykırıyor da.
İnsanlığın acizliği ve kırılganlığıyla daha iyi empati
kurması için Superman’in güçlerinden zaman zaman nasıl arındırıldığını
hatırlarsınız. Dramatik yapı burada çok sağlam kurulduğundan öyle bir hileye
gerek duyulmamış. Güçlerinin işe yaramadığı anlar yaşanıyor, ancak film boyunca düştüğü
yerden hemen kalkamayan, şiddetin boyutu karşısında dumura uğrayan bir Superman izlediğimiz için kritik bir önem taşımıyor. Bu da yine filmin empatiye
öncelik tanıyan yaklaşımıyla bağlantılı. Clark acı çektikçe değil, merhamet ve
ahlak gibi duyguları geliştikçe dünyaya bağlanıyor, pek doğru bir tabir değilse
de insana dönüşüyor. Burada ahlakla kast edilen şey hiç kimseye zarar
vermemekle, şiddet karşıtlığıyla ilintili. Bu yüzdendir ki askeri zihniyetin
temsilcisi olan Kriptonlu Faora-Ul onu küçümsüyor: “Senin zayıf noktan ahlaklı
olman,” diyerek... “Pelerinli adamın zayıf noktası kriptonit, hadi hemen bulalım
bir tane,” demeyen bir Superman filmi için de minnettarız.
Estetik uçan adam görüntüleri belli ki yapım ekibinin önceliği
değil. Örneğin Superman’in ses sınırını kademe kademe aşmasının görsel tasviri,
kütlesel yoğunluğu nedeniyle başlı başına bir silaha dönüşmesi, kaş yaparken
göz çıkarma anlarının betimlenmesi daha çok önemsenmiş. Olağanüstü hızlı
hareket edebilen bir kahramanın makineli tüfek ateşi karşısında göğsünü gerip gösteriş
yapmaya ihtiyacı yoktur örneğin. Keza o kadar hızlı hareket eden bir şeyi
kameranın yakalaması neredeyse imkansızdır. Snyder’ın aksiyon kamerası doğaüstü
bir fenomeni görüntülemeye uğraşan belgesel kamerası gibi çalışıyor. Bazen
telaşla ve nafile bir çabayla zumlayarak. Yarattığı etki olağanüstü ve
benzersiz. Aksiyon sahneleri çok sert, çok büyük, kulak zarlarınızı
içeri göçertecek kadar da gürültülü. Hans Zimmer’in akılda kalıcı yeni bir
Superman teması bestelemek gibi zor bir işin altından kalkması övgüyü hak
ediyor elbette, ancak müziği genel anlamda yine filmi ezmeye uğraşıyor sanki.
Zod’un ve beraberindeki bir avuç Kriptonlunun dünyaya geliş
faslı filmi olumlu anlamda ikiye bölüyor. O noktadan sonrası “uzaylılarla ilk
temas” hikayeleriyle aynı. Korkuyla başlıyor, felaket filmi kalıplarına uygun
noktalanıyor. İnsanlık, uzaylıların varlığını 33 yıldır aralarında yaşayan bir
Kriptonlunun varlığıyla aynı anda öğreniyor ki bu da dramatik tansiyonu bir hayli yükseltiyor.
Zod’un yıkım gücü çok yüksek ordusuyla beraber nasıl hayatta kaldığına ve
dünyayı nasıl bulduğuna ikna eşiğini ne zorlayan ne de hafife alan mantıklı
açıklamalar getirilmiş. Açıkçası Clark’ın tomruk yüklü bir kamyonu hiç dikkat
çekmeden paramparça etmesi dışında ikna eşiğinin zorlandığı pek söylenemez.
Kurgusal şehirlerin adı ilk kez Superman evreninde
anılmıyor. Örneğin Superman’in ağzından “ben de Kansas’ta büyüdüm” sözleri
dökülüyor. Buna karşın bir Smallville tabelasını, hatta fırlatılan kamyonların
üstünde Luthor şirketinin logolarını biraz dikkatliyseniz görebilirsiniz.
Metropolisin neredeyse dümdüz oluşuna, Amerikan ordusunun kaygıyla “senin bize
karşı cephe almayacağını nereden bilelim?” sorusunu dile getirmesine bakılırsa,
bir sonraki filmin kötüleri bile şimdiden el sallıyor aslında.
Beyazperdenin bu güne kadar tanık olduğu en güzel, en
dokunaklı ve en görkemli Superman filmi bu. Çok şükür.
* Film 14 Haziran’da vizyona giriyor.