Korku Cevherleri #4 - De dødes tjern / Ölü Göl (1958)


Norveç’ten kalan bu küçük cevher, kabin dehşeti filmleri deyince aklınıza gelen en eski filmden bile daha eski, muhtemelen de hepsinin atası. Şehirli bir grup mantıklı insanın ormanın ortasındaki hücra bir evde doğaüstü dehşetlerle yüzleştiği şu malum filmlerin en eski örneklerinden biri. Yönetmen Kare Bergstrom 45 yaşından sonra film çekmeye başlamış bir isim, hepi topu yedi tane filmi var, bu da dördüncü filmi. Tüm kariyeri boyunca çektiği iki korku filminden ilki.


Şehirli insanın burada da sağduyu ve bilimden başka hiçbir donanımı yok. Aralarındaki psikolog mantıklı açıklamalar yapmaya hep hazır, ama ironiye bakın ki evde kendilerini bekleyen ortak dostlarını bulamadıkları zaman yöredeki en ünlü hortlak öyküsünü kullanmaya başlayan da kendisi.

Efsaneye göre, içinde bulundukları barakayı 100 yıl önce inşa eden Tore Gravik, kız kardeşine duyduğu saplantılı ilgi yüzünden bir gece kıskançlık krizine kapılıyor ve onu sevgilisiyle beraber baltayla doğruyor. Cesetleri barakanın yakınındaki göle atıyor. Rivayete göre göl dipsiz bir kuyuymuş çünkü. Gravik daha sonra vicdan azabından intihar ediyor. Ama lanetli ruhu her yıl ağustos ayında beliriyor ve göl civarında kim varsa onun bedenini zaptediyor. Ortaya çıkmadan önce çığlıkları duyuluyor. Tahta bacağının tıkırtıları da.

Barakadaki altı kişi, bu hortlak hikayesinden etkilenmeye dünden hazır. Yatıp kalkıp başka bir şey konuşmuyorlar, ortadan kaybolan dostlarının hortlağa değilse de bir cinayete kurban gitmiş olabileceğine hükmediyorlar.

Fonda tekinsizce tıklayan saat, araba kazasını çaydanlığın kırılmasından sezen ‘psişik’ karakter Lilian, barakada masanın üzerinde bulunan Strindberg imzalı ‘Inferno (Cehennem)’ adındaki bir kitap, korkunç betimlemelerle dolu bir günce, ateşli silahlardan etkilenmeyen bir karga, filmdeki sayısız andaçtan sadece birkaçı.

Korkuyu medeni insanın kendi cehaletiyle yarattığını ve gittiği her yere götürdüğünü ilk elden haber veren bu küçük, naif ama ürpertici film, çağdaşlarının çok iyi bildiği ama sihri bozmamak uğruna dile getirmeye hiç yanaşmadığı özeleştirel bakış açısına da sahip. Hikayenin suç romanları yazan karakteri Bernhard şöyle diyor: “Hintliler her gün ölü görüyor ama ruhsal inançları farklı olduğu için korkmuyorlar. Bizse kendi çaresizliğimizi, uydurduğumuz hortlak hikayelerine yansıtıyoruz. Hiçbir şey bilmediğimizden ötürü. Çocuktan farkımız yok.”

Bu tiraddan ve Norveç sinemasının malum geleneğinden sonucun nereye varacağı az çok tahmin edilebilir. İnsanın kendi zaaflarından başka korkacak hiçbir şeyi yok. Bir hortlak efsanesinin bilimin hizmetine çalıştığı bundan başka bir film de yoktur herhalde.

Not: Film İngilizce kaynaklarda Lake of the Dead adıyla geçiyor ve İngilizce altyazılı çok temiz bir kopyası YouTube üzerinden izlenebiliyor.


Popüler Yayınlar